20 Aralık 2010 Pazartesi

Yılan Hikayesi

Yılan Hikayesi
 
Son Asur kralı Asurbanipal'in kütüphanesinde
 bulunan eski bir Sümer metninde, yılanla kartal
arasında geçen şu efsane anlatılır:
Kuş, komşusu yılana, "Gel" dedi, "Barış ve
dostluk yemini edelim ve ona uymayanın
üstüne güneş tanrısı Şamaş'ın laneti yağsın."
Güneş tanrısının huzurunda yemin ettiler ve
yeminlerini lanetle mühürlediler:
Sonra yavruları oldu. Yılanınki bir karaağaç
gölgesinde, kuşunki bir dağ doruğunda doğdu.
Ve kuş yabani bir boğa ya da eşek
yakaladığında, yılan bundan yedi, çekildi ve
yavruları yedi. Yılan yabani bir keçi ya da
antilop yakaladığında, ulu kartal yedi, çekildi ve
yavruları yedi. Ta ki bir gün, kartalın yavruları
tüylenip de kötü düşünceler kuşun aklına
gelinceye kadar.
Ve efsane böylece devam eder.
Yılan, hekimliğin yanı sıra hemşirelik,
eczacılık, veteriner ve diş hekimliğinin mesleki
sembolü olan bir yaratıktır. Bunun neden
sembol olarak seçildiği yanıtı ise genellikle
birkaç cümleyi geçmemektedir.
Bu çalışmamızda yılanı tüm yönleriyle
derinlemesine ele almak, konuyu çok genişletip
Prof. Dr. Fuat Yöndemlinin aktarımı ve Evliya
Çelebi'nin tabiriyle olayı "yılan hikayesi gibi"
uzatmak amacımız olacaktır. Bu nedenle her
konuya kıyısından kenarından dokundurma
yapılarak bir özet verilecektir.
Yılan görünüş itibariyle pek sevimli
olmayan, hatta "soğuk" olarak tanımlanan bir
canlıdır.
Gerçekte, yeryüzünde yılanlar kadar
kendisine zıt anlamlar yüklenen bir başka
yaratık bulmak olanaklı değildir. Bir yanda
"tanrı" kabul edilip kendisine tapınılırken, diğer
tarafta "insanoğlunun Cennet'ten çıkarılmasının
baş suçlusu", "şeytan" olarak
değerlendirilmektedir.
Yılan kelimesi, etimolojik olarak Çince'deki
"lung" kelimesinden Türkçe'ye geçmiştir.
San'at tarihinde bu yaratığı ifade için ayrıca
luu, ejder, ejderha, nek, mar, soğulcan, evran
(evren), dragon, griffon gibi daha pek çok ad
kullanılmaktadır.
Dr. İ. Hamit Hancı*
Gerek yılan, gerekse onun dev şekli olan
ejder (ya da ejderha) sureti antik çağlara ait
mitolojilerde çok yaygın bir semboldür.
Bütün Eski Yakın Doğu'da olduğu gibi Eski
Mısır'da da yılan, ilahi bir varlık sayılmaktadır.
Antik Mısır'ın yılan suretindeki ilahesinin adı
Lütufkar Uto ya da Wazit’dir. Buna mukabil
bütün Mısır'da şeytan olarak tanınan Apophis
de yılan suretindedir.
Eski Mısır san'atında görülen bir başka yılanlı
tasvir ise, kuyruğunu ısırarak halka şeklini alan
yılan motifidir.
Kuyruğunu ısıran ya da yutan yılan yani
"uroborus". Uroborus: Sonu başlangıcımdır.
Bu simgeye Roma'dan Hindistan'a, Mısır'dan
Çin'e kadar geniş bir coğrafyada rastlanır ve
genel olarak ebedi dönüşü, döngüsel zamanı ve
yaşamı, bölünmezliği ve sonsuzluğu simgeler.
Budhistler onu samsara döngüsüyle
özdeşleştirmişlerdir.
Eski Mısır'da Tıbbın İki Sembolü: Yılan ve
Hekim İmhotep’tir
Tıp kelimesinin orijinini aldığı Teb (Thebai)
şehrinin totemi yılandır. Teb şehri ise eski
Mısır'ın en önemli sağlık merkezidir. Ayrıca
Milattan üçbin yıl evvel Mısır'da yaşamış
İmhotep’in, tarihte bilinen ilk hekim olduğu
iddia edilmektedir. Adı "Sulh ve sükûndan
gelen" anlamında olan bu hekim, engin tıbbi
bilgisinin yanı sıra mimari ve astrolojide de söz
sahibi, yazarlık ve rahiplik yapan, çok yönlü bir
alimdir.
San'at tarihiyle ilgili eserler, yılanın tıp
sembolü olarak ilk defa kullanılmasının
Sümerlerde görüldüğünü belirtmektedir. Sümer
tanrılarından birinin adı "Yaşam Ağacının
Hakimi" manasına gelen Ningişzida'dır. Bu
tanrının sembolü olan ağaca sarılmış haldeki
biri erkek biri dişi iki yılandır.
Sopanın yaşam ağacını, yani yaşamı; yılanın
ise gençliği temsil ettiği bu motif, binlerce yıl
boyunca çeşitli ülkelerde yalnız sopa ya da
sopa-yılan, ya da birbirine sarılmış iki yılan
halinde koruyucu ve şifa verici bir sembol
olarak resimlerde, kabartmalarda kullanılmış ve
Asklepios kültünden bu yana da hekimliğin
amblemi olmuştur.
Genelde kabul görmüş olan ilk tıp büyüğü
Genelde kabul görmüş olan ilk tıp büyüğü
Homeros, Asklepios hakkında şu efsaneyi
anlatır: Lapitler'in kralının kızı Koronis,
Apollon'dan hamile kalır. Apollon'un kardeşi
Artemis, bir ihaneti yüzünden Koronis'i okla
vurarak öldürür. Apollon çocuğunu kurtarmak
için kadının karnını yarar. Ölmek üzere
olan çocuğu kurtarır ve at-adam kahin Khiron'a
teslim eder. Kahin bu çocuğa Asklepios adını
verir. Asklepios, tükenmez şifa çareleriyle
meşhur Khiron'un yanında eğitim görür.
Hocasından yalnızca cerrahlığı değil, hastalara
ilaç yapmayı, şifalı otlardan dertlere deva
bulmayı ve hatta ölüleri diriltmeyi öğrenir.
Ölüleri diriltmesi üzerine Zeus’un gazabıyla
yıldırım çarpmasıyla öldürülen Asklepios daha
sonra yine Zeus tarafından tıp tanrısı olarak ilan
edilir. Tıp amblemlerinde yereden, ve tarihi
M.Ö. 3000'lere uzanan yılan figürü de,
Asklepios ve O'nun asası ile bütünleşmiştir.
Ölümünden sonra Asklepios adına ikiyüzden
fazla mabed (Asklepion) kurulur. Asklepion'ların
açılışı için izin almaya gelen hey'etlere,
hekimlerle birlikte kutu içinde bir yılan
gönderme adeti vardır. Asklepionların giriş
kapısı üzerinde "Buraya ölümün girmesi
yasaktır" ibaresi yazılıdır.
Hekimler imparatoru Galen’in,
iyileşmeyeceği görüşüyle Asklepion'a
kabul etmediği hasta intihar amacıyla, iki
yılanın zehirlerini boşalttığı tastan
içer. Ancak ölmeyip, iyileşmeye başlar. Galen
iyileşen hastaya: "Yılan zehirinin aynı zamanda
şifa verici olduğunu düşünüyor, fakat
hastalarda denemeye cesaret edemiyordum.
Benim bu düşüncemi haklı çıkardın. Bundan
sonra Asklepion'un sembolü çifte yılan
olacaktır" der.
Asklepios'a göre hekim yılan gibi dilsiz
olmalı, kimsenin sırrını başkasına
söylememeli, sabır ve sükunet içinde
çalışmalıdır. Asa ile temsil edilmesi,
tababet tahsilinin kısa sürede öğrenilmeyip,
ihtiyarlayıp asaya dayanıncaya kadar hekimin
öğrenmeye ve tecrübe kazanmaya gereksinim
duyduğunu belirtmek içindir. Diğer taraftan
asa, iyilik tanrılarının remzidir. Yılan ise kötülük
tanrılarının alametidir. Asaya sarılmış yılan, iyilik
ve kötülük ilahlarının bir araya gelmesi
demektir.
Bundan dolayı yaşam ağacının bir
modifikasyonu olan asa (ya da
Eskülap'ın sopası), Batı'da da kendisine sarılmış
yılanla birlikte sağlık bilimlerini (hekimlik,
dişhekimliği, eczacılık ve veterinerlik) temsil
eder.
Türkiye'de bu yılanlı asanın ilk defa resmi
olarak kullanılması, 1836 yılına isabet eder.
Sultan II. Mahmud, bu tarihte, Mekteb-i
Tıbbiye talebelerinin, ilk defa resmi kıyafet
olarak yakalarına yılanlı asa (caduceum)
işlenmiş elbiseler giymesi hakkında ferman
çıkarmıştır.
Eski Grekler'de elçilerin kullandığı defne ya
da zeytin dalından asaya sarılmış çifte yılan ile
kanatlı caduceum ise, onlara emniyet ve
masuniyet sağlayan barış ve ticaret sembolü idi.
Yakın zamanlarda başka bir Yunanlı tanrı
Hermes'in (diğer adıyla Merkür)
asası (caduceus) da tıbbın sembolü olarak
kullanılmaktadır.
Hermese, abisi Apollon zenginlik ve servetin
sihirli asasını verir. Asa, uyuşmazlık içinde olan
herhangi iki şeyi uzlaştırma gücüne de sahiptir.
Hermes yeni asasını denemek için birbirlerine
öfkeyle tıslayan iki yılanın arasına sokar.
Yılanlar kavgalarını unutup, asanın etrafına
sarılırlar ve o günden sonra hep asanın
üzerinde kalırlar. Ayrıca çift yılanlı Hermes'in
"caduceus"unun üzerinde de bir çift kanat
bulunmaktadır
Dünyada adli tıp ve adli bilimlerin de
sembolü de yılandır. Burada tıp ve adalet
sembollerinin birleşmesi göze çarpmaktadır.
Eski Türkler arasında da yılan sağlık ve
mutluluk sembolü olmuştur. Sağlık
kuruluşlarının kapılarında çifte yılan sembolü
vardır. Anadolu'da Selçuklu Hastaneleri buna
örnektir.
Hastalık kötülük ve ceza demektir.
Kötülükler yeraltından gelir; yılan da
yeraltında yaşamaktadır. Yılan aynı zamanda
gücü, kudreti ve koruyuculuğu
simgelemektedir. Öldürücü olması ona karşı
korkuyla karışık bir saygı duyulmasına neden
olmuştur.
Yılanlar ve sürüngenler birçok kültürde
rastladığımız ortak sembollerdir.
Kızılderililer'e göre yılan; deri değiştirerek
doğum, yaşam ve ölüm arasındaki
metamorfozu simgeler. Böylece tarih boyunca
yılana atfedilen özellikler doğurganlık,
ölümsüzlük, sağlık, hekimlik, sağduyu sahibi
olmak, bilgelik, kehanet, iyi talih, fiziksel güç ve
hız olarak sıralanabilir.
Şifalı bitkilerde açıkça gözlenen tabiatın
iyileştirici kudretini en yakından tanıyan, en iyi
bilen canlının da, yeraltında yaşadığı için bu
bitkilerle çok yakın komşuluk halinde bulunan
yılan olduğu kabul edilerek, hekimlik sembolü
kendisine yakıştırılmaktadır.
İslam ülkelerindeki Lokman Hekim kıssası,
Gılgamış Efsanesi’ni anımsatan motifler taşır.
Yiyenlere ebedi yaşam, ölümsüzlük bahşeden
otu, Lokman Hekim, araştırmaları sonunda
Çukurova Bölgesi’nde bulur. Keşfinin
heyecanıyle köprüden geçerken düşürdüğü otu
Lokman Hekim eline geçiremeden bir yılan yer.
Bundan dolayı yılanın ölümsüzlük, yaşama
gücü ve sağlığı temsil ettiğine inanılır.
Yılan, bilhassa zehirli yılan ölüm
sembolüdür. Ancak ölümün zıddı olan yaşamı
da anımsatmaktadır. Dolayısıyle yılan, yaşam ve
sağlığı aynı anda remzetmek için kullanılan bir
motif hüviyetini kazanmaktadır
Uzak Doğu Yin-yang felsefesinde çift başlı
yılan motifinde bir yılan başı yaşamı, öbür yılan
başı ise ölümü temsil etmektedir. Dolayısıyle
çift başlı yılan, zehir ile panzehiri anımsatan bir
örnektir.
Babillilerin ulusal destanında Gılgamış,
ölümsüzlüğü elde etmek için yeraltından
ölümsüzlük otunu çıkarır. Ancak bir fırsatını
bulan yılan bunu yer. Yılanın çok yaşayan
hayvan olması bundandır.
Aztekler, çıngıraklı yılana özel bir önem
verirlerdi. Hatta çıngıraklı yılan tarafından
ısırılan Aztekler, toplumda itibarlı bir mevkiye
yükseltilirdi. Yılan tarafından ısırıldığı halde
ölmeyen kimseleri, ilahlarla temasa geçmiş
seçkin kimseler olarak kabul ederlerdi.
Hem Maya, hem de Aztek kültürünün
efsanevi kahramanı olarak kabul edilen beyaz
renkli ve iri burunlu Quetzalcoatl'ın sembolü,
tüylü yılandır. Tüylü yılan motifi birçok
mefhumun yanı sıra bilgi, şiir ve şifanın
sembolü olarak kullanılmıştır.
Grek mitolojisinde Medusa, baktığı insanları
taşa çeviren bir kadındır. Phorkos'un kızları olan
üç Gorgon'dan biri olan Medusa'nın başı, saç
yerine yılanlarla kaplıdır! Gorgonlar, saçları
yılan olan dişi canavarlardır. Onları gören
erkekler taşa dönüşür.
Orta Asya Türk boyları arasında olumlu
vasıflar taşıyan bir yaratık olarak kabul edilen
yılan ya da ejderha motifi, daha sonra korkunç
ve zararlı, bir hayvan hüviyetine bürünür.
Ejderha, yılanın mübalağlı surette
büyütülmüş, korkunçlaştırılmış ve stilize edilmiş,
tamamen hayali ve efsanevi bir modelidir.
Türk hikayelerinde yılan sıklıkla insanoğluna
karşı hürmetkar, sabırlı, misafirperver, dost,
yardımcı, merhametli, affedici ve bilge bir
mahluktur. Gerektiğinde insanoğlu uğruna
Şahmeran efsanesinde olduğu gibi kendini feda
etmektedir.
Yılanın dili çatallıdır. Çatal dil ise dedikodu
ve arabozuculuk işaretidir. Bundan dolayı
dedikodu, arabozuculuk yapan kimselere yılan
dilli denir.
Bir yerin ıssız, tenha olmasını ifade için
kullanılan deyimin tamamı, "kuş uçmaz, kervan
geçmez, yılan bağırsağını sürümez " şeklindedir.
İstanbul Boğazı'ndaki Kız Kulesi hakkındaki
efsaneye göre bir kahin, imparator
Konstantin'e, kızını bir yılanın sokarak
öldüreceği kehanetinde bulunur. Konstantin, bu
kehanetin oluşumuna engel olmak için İstanbul
Boğazı'nda, deniz ortasında yaptırdığı bir
kuleye (Kız Kulesi) kızını saklar. Ancak Kuleye
gönderilen bir üzüm sepetine saklanan zehirli
bir yılan, kızı sokarak öldürür!
Aynı efsane, Silifke sahillerinde, kıyıdan
birkaç yüz metre uzakta bulunan Kızkalesi
hakkında da anlatılmaktadır.
Selçuklu Mimarisi’nde Darüşşifalarda yılan
motifleri bulunmaktadır. Mar kelimesi farsça
"Yılan" manasına gelmekte olup, Maristan
(Yılan Yurdu) kelimesiyle duvarlarında yılan
sureti bulunan bina, yani hastahane
kastedilmektedir. Dolayısıyle yılanlara atfedilen
sağlık, şifa ve afiyet manaları da böylece
anımsatmakta, tedavi ettirilmektedir.
Darüşşifalara maristan yani yılanlı bina
denmesinin bir başka nedeni ise, yılanların
kötülük ve hastalıkları yutarak iyilik ve şifa
dağıttıklarına inanılmasından dolayıdır. Zaten
Selçuklular devrinde inşa edilen hastahanelerin
hemen hepsinin kapısında çifte yılan motifi
bulunmaktadır.
Anadolu Selçukluları devrinin en mühim
sosyal, kültürel, sınai, iktisadi ve siyasi
teşekkülü olan Ahi Teşkilatı'nın kurucusu Şeyh
Nasiruddin Mahmud'un efsanevi adı "Ahi Evren
(Evran)"dır. Evren kelimesi kainat, alem ve yılan,
ejder manalarını taşımaktadır.
Debbağların "Pir"leri olarak kabul ettikleri
Ahi Evren, kitapları ve hakkında anlatılan
efsanelerden anlaşıldığına göre yılandan kırbaç
ve panzehir imal eden bir hekimdir.
Yılan zehrinin kendisine zarar vermemesi,
bünyesinde onun zehrini tesirsiz duruma
getiren panzehirin varlığıyle izah edilmiş ve çok
Aesculapius'dur.
 
eski zamanlardan beri yılandan panzehir elde
edilmeye çalışılmıştır.
Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, yılanın,
bilhassa birbirine sarılmış çifte yılanın Orta Asya
Türkleri arasında saadet, sağlık, uğur ve şifa
sembolü telakki edildiğini belirtir
Anadolu halkı yılandaki şifa verici gücün
Eyyub Peygamberle ilgili olduğuna inanır. Halk
inancına göre Eyyub Peygamber'in yarasına
düşen kurtlar, vücudunu yiyerek delik deşik
etmişler. Eyyub Peygamber bu ızdıraba
sabretmiş, sonunda çilesini tamamlayınca,
topuğunu yere vurması vahyedilmiş. Vurduğu
yerden çıkan su ile yıkanmış. Eyyub Peygamber
yıkanırken, vücudunu kemiren kurtlar yere
düşerek bir bölümü sülük, bir bölümü ise yılana
dönüşmüş. Anadolu halkı bundan dolayı
sülüğün de şifalı olduğuna inanır.
Onaltıncı asırda bazı Avrupa şehirlerini sık
vuku bulan veba salgınlarından korumak için
hususi sikke (madeni para) basıldığı
bilinmektedir. Bu paraların bir yüzünde yılan
resmi altında "Yılana bakan yaşayacaktır"
yazılıdır. Avrupa'da yılanların bir çok hastalığın
tedavisinde ilaç anamaddesi olduğuna
inanılmaktaydı. Bu çeşit ilaçların en meşhuru
theriacum (tiryak)tır. Bu ilaç, resmi farmasötik
kodekste 1908 yılına kadar yer almıştır.
Evliya Çelebi Mısır'daki Sa'di dervişlerinin
zehirli yılanları nasıl yakaladıklarını, etinden
nasıl tiryak, ilaç yaptıklarını Seyahatname'sinde
anlatır.
Anadolu'da bulunan birçok yılanlı göl, yılanlı
çermik gibi adlar taşıyan yerlerde canlı
yılanların şifa bahşedici, tedavi edici
özeliğinden günümüzde hala
yararlanılmaktadır.
Yılanlar vasıtasıyle tedavi edilen hastalıklar
arasında bulunan "Erizipel"e halkımızın "Yılancık"
demektedir. Anadolu folklorunda, erizipele
tutulanların yaralarına "yılan ya da yılancık taşı"
denilen bir taş sürüldüğü takdirde, hastalığın
iyileşeğine inanılmaktadır.
Halen dünyada 2500 kadar yılan türü
yaşamaktadır. Bunlardan ancak üçte biri
insanlar için az ya da çok derecede zehirlidir.
Çok tehlikeli olanlar ise bütün yılan türlerinin
%7'sini geçmez.
Yılanların sokmasının, esas itibariyle,
insanları öldürmeye değil, yılanın beslenmesine
matuf olduğunu unutmamak gerekir. Güvenliği
tehdit edilmedikçe, hiç bir zehirli yılan, insana
saldırmaz, uzaklaşmayı tercih eder.
Ölüm olayları yılanı yakalamak, öldürmek ya
da saklandığı yerde avlamak gibi faaliyetler
sırasında, yılanın kendini savunması sonucunda
oluşmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'nde
akrep sokmasından ölenlerin sayısı, yılan
ısırmasından yaşamını kaybedenlerden daha
fazladır.
Yılan motifi, tüm medeniyetlerde kendisine
büyük önem ve kutsallık atfedilen esrarengiz
bir semboldür. Antik Maya, Aztek, Çin ve Mısır
medeniyeti gibi maddi olduğu kadar batıni
ilimlerde de ileri olan bütün büyük
medeniyetlerde hep bir yılan motifiyle
karşılaşmak, son derece enteresan ve ortak bir
vakıadır.
Teşekkür
Makalemizin hazırlanmasında önemli ölçüde
yararlandığımız Prof. Dr. Fuat Yöndemli’ye
teşekkürü özel bir borç bilirim. Kendisi hem
makaleleriyle hem de sohbetleri ve sözel
verdiği bilgilerle makalemize renk katmıştır.
İletişim:
Dr. İ. Hamit Hancı
E-posta:
hamithanci@yahoo.com
Kaynaklar
1-
Felsefi Bakışlar.Manisa Barosu Dergisi.
Yöndemli F. Tarih Boyunca Yılan Piramit Yayınları,
2004.
Hancı İH.Nedir Bu Ölüm Dedikleri. Ölüme
2-
Milletlerarası Sembolü. Türk Kültürü, 26: 299, 177-
179, 1988.
Yöndemli, Fuat: Yılan Motifi: Hekimliğin
3-
Hançerlioğlu O. Felsefe Sözlüğü Remzi Kitabevi
4-
Kitabevi
Hançerlioğlu O. Toplumbilim Sözlüğü Remzi
5-
Muzaffer Ramazanoğlu
Gılgamış Destanı. Cumhuriyet Kitapları.Çev.
6-
Eczacı Odası Bülteni Mart1983.
Bayat AH.Tıp ve Eczacılık Sembolü Yılan. İzmir
7-
Watanabe T. Adli Tıp Atlası. Coelho P. Simyacı
8-
Onganorama, 20, 1, 16- 21.
Molenaar JG: Zehirli Yılanlar: Tehlikeli ve İlginç.
9-
Tuncel M Beydağları Efsane söyler. 1999
10-
/yilan.htm 27 HaziraN 2003
http://www.beyazyildiz.com/astrologum
11-
/201092.asp Tatlı dil ve yılan
Arapkirli Z. http://www.ntvmsnbc.com /news
12-
Gazetesi
Coşkun N: Dilde yılan modası Yeni Asır
13-
www.ondokuz.gen.tr
www.ondokuzbiz.com
www.hermetiks.org
www.kadinlar.com/moda
14-
1997, İzmir.
Gökovalı Ş.Tıp Tarihi ve Semboller Konferansı
• 2005 • cilt 14 • sayı 8 •
IX

5 Aralık 2010 Pazar

S2 YILDIZI (S2 STAR)



Loading player...


S2 adındaki yıldızın yörüngesini astronomlar tam 15 yıl boyunca gözlemlediler. Yıldız kara delik etrafındaki bu yörüngesini dünya yılına göre 15.2 yılda tamamladı. Yıldızın izlediği eliptik yörüngenin çapı 2 ışık günü uzunluğunda.
S2 adlı yıldızın gözlemlenemeyen karanlık bir nesnenin çevresinde en az 15 yıllık bir dolanım hareketinde bulunduğu gözlemlenmiştir. Bu yıldızın eliptik yörüngesi sözkonusu karanlık cisimden 20 astronomik birim uzaklığındadır ve karanlık cisim sınırlı hacmine karşın 2,3 milyon güneş kütlesi kadar bir kütleye sahiptir. Kara delikten başka, sınırlı hacmine karşın böyle yoğun madde içeren bir cisim örneğine şimdiye dek rastlanmamıştır.

30 Kasım 2010 Salı

EVREN'İN KADERİNİ GİZLEYEN " KARADELİKLER "

İlk defa İngiliz J.Michell, 1783 de, bir makalesinde, yeterince kütleli, yoğun bir yıldızın, ışığın dahi kaçamayacağı, çekim alanından söz etmişti. Yıldız yüzeyinden çıkan ışığın, yıldızın kütlesel çekimiyle, geri döneceğini ileri sürmüştü. Bu yoğunlukta, çok sayıda yıldız bulunacağını da söylemişti. Birkaç yıl sonra, Fransız bilimci Laplace da, bu görüşe benzer bir tezi, ileri sürmüştü. Böylece bu iki bilim adamı, uzayda, madde için bir tuzak olacağını öngörmüşlerdi.1938 de Neils Bohr ile Nükleer füzyonun kuramını geliştiren, Amerikalı J.Wheeler, 1969 da, ilk defa karadelik kavramını ortaya atmıştır. J. Wheeler, aynı zamanda meşhur fizikçi Richard Feyman'ın da hocasıdır.
Bu karadelik kavramı, böylece bilim kurgu alanına girmeye başlamıştır. Bilim kurgu ise, bu alandaki bilimsel araştırmaların, gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
GALAKSİLERİN VE YILDIZLARIN OLUŞUMU
Galaksilerin ve yıldızların oluşumu, 'aynı esasa' dayanır. Sonsuza yakın sıcaklıkta, sonsuza yakın yoğunlukta, sıfır boyutlu ve sıfır hacimli bir ' nur noktası'nın patlamasıyla (Büyük Patlama), ortaya çıkan temel parçacıklar, büyük patlamadan 100 sn sonra, bir proton ve bir nötron içeren döteryum(ağır hidrojen) atomunun çekirdeğini oluşturacaktır.

Döteryum
çekirdekleri de, başka proton ve nötronlarla birleşerek, iki proton ve iki nötron dan oluşan, helyum çekirdeklerini meydana getirecektir. "Büyük Patlama"dan birkaç saat sonra, helyum ve diğer elementlerin oluşumu, duracaktır. Bundan sonraki bir milyon senede, evren genişlemeyi sürdürürken, sıcaklık giderek birkaç bin dereceye düşecek. Elektronlarla, çekirdekler birleşerek atomları oluşturacaktır. İşte bu aşamadan sonra, atomların meydana getirdiği gaz bulutlarının, çökmeye başlamasıyla, galaksiler ve yıldızlar, ortaya çıkacaktır. Bu gaz kümelerinin yoğun bölgelerinde, kütlesel çekimin etkisiyle çöküş başlayacak, bu da burkulmayı-dönmeyi doğuracaktır. Zaman ilerledikçe, galaksilerdeki hidrojen ve helyum gazları, kendi kütlelerinin çekimi altında çöken, küçük bulutlara dönüşecektir. Bulutlar büzüldükçe, atomlar çarpıştıkça, gazın sıcaklığı artacak ve giderek çekirdek kaynaşması reaksiyonu ortaya çıkacaktır.
  
"Kaymak Deneyi"
Bu olayı, bir misalle açıklayalım: Anadolu da, kaymaktan yağ elde etmek için, bir kazan içindeki kaymak, bir kepçeyle, kendi ekseni etrafında döndürülür. Kepçenin kendi ekseni etrafında döndürülmesi, kaymağın, sürekli dönmesini sağlar. Yağ molekülleri, çarpışarak, merkezde ve merkezin çevresinde topaklanır. Topaklanan yağ kütleleri, merkezden çevreye doğru küçülür. Merkezdeki en büyük kütleli yağ topağı, kendi etrafında dönerken, çevredekiler, merkezin etrafında dönerler. Giderek, merkezdeki yağ kütlesi, çevredeki yağ kümelerini, kendisine yapıştırarak büyür. Anadolu insanı, kaymaktan yağı iki şekilde elde eder: Ya yayıkla, kaymağı çalkalayarak, ya da yukarıdaki şekilde elde eder.  Bu 'kaymak deneyi', bize, galaksilerin, yıldızların veya Güneş Sistemi'nin ilk evresini, en güzel bir şekilde açıklamaktadır.
Yıldızların Doğumu Ve ÖlümüMademki karadelik, bir yıldızın ölümüyle ortaya çıkıyor. O halde bir yıldızın, doğumuna ve ışıyarak hayata gözlerini açmasına, yakından bakalım. Kütlesel çekimin etkisiyle, kendi üstüne çöken ve dönen, hidrojen gazı kümesindeki atomlar, 'kaymak deneyi'nde olduğu gibi, gittikçe daha sık ve daha hızlı bir şekilde, biri birine çarpar ve böylece gaz ısınır. Sonunda gaz, o derece sıcak olur ki; hidrojen atomları, çarpışınca sıçrayacakları yerde, kaynaşarak, helyum atomlarını oluştururlar. Patlayan bir hidrojen bombasına benzer bir reaksiyon ısısı, yıldıza, parlaklığını verir. Yıldız, ışımaya başlar. Artan ısı, gazın basıncını artırarak, yıldızın merkezine yönelik, kütlesel çekim kuvvetini dengeler. Çökme durur ve yıldız, bu kararlı durumda, çok uzun süre kalır. Ancak zamanla yıldız, hidrojen yakıtını bitirerek, gerekli ısı enerjisini sağlayamadığı için, soğumaya ve büzüşmeye başlar. İşte o zaman, yıldızı bekleyen akıbetlerden biriside, karadelik olmaktır. Yıldız, ne denli büyük kütleli ise, o derecede yakıtını çabuk bitirir. Kütlesel çekimi dengelemek için, daha çok ısıya ihtiyaç duyar ve böylece yakıtını, çok çabuk bitirir. Kısacası, yıldız ne kadar büyük kütleli ise, o denlide ömrü kısa olur.
YILDIZLARIN EVRELERİ VE KARADELİK
Kırmızı Dev
Güneş
'e benzeyen yıldızlar, parlaklıklarında büyük bir artış göstererek, ölmeye mahkûmdurlar. Yıldızın çekirdeğinde hidrojen kalmadığında, nükleer yakıtı da, geçici olarak tükenmiş demektir. Çekirdekteki nükleer reaksiyonlar, dursa da, çekirdek çevresindeki bir kabukta, hidrojen yanması devam eder. Bu arada, hidrojen yakan kabuğun, sıcaklığı artar. Bu nedenle de, helyum üretimi, hızlanarak sürer. Kabuğun fazla ısınması nedeniyle, yıldızın zarfı, genişlemeye başlar. Yarıçapı, 100 kat artan yıldız, bir kırmızı dev haline gelir. Zarf genişlerken, aynı zamanda soğur. Yıldızın, dış katmanlarını oluşturan gazlardaki bu soğuma, ışıma gücü denen bir özellikle açıklanır. Zarf soğurken, yıldızın kütlesinin, yüzde onunu oluşturan helyum çekirdeği, büzülür ve ısınır. Sıcaklık, on kat artarak, yaklaşık 100 milyon derece Kelvin'i bulunca, helyum ateşlenir. Üç helyum çekirdeği, kaynaşarak bir karbon çekirdeğine dönüşür ve füzyon enerjisi açığa çıkar.

Kırmızı Süper Dev
Hidrojen yakan kabuk, sonunda yakıtını bitirerek, zayıfladığında, yıldız büzülür ve mavileşir. Çekirdek, tümüyle karbona dönüşmüştür. Karbon çekirdeğin dışındaki helyum, füzyon reaksiyonlarını başlatacak kadar ısınmıştır. Helyum, şiddetli bir şekilde yanarak, en dış kabukta, hidrojen yanmasını başlatır. Yanmakta olan her iki kabuktan yayılan ısı, kırmızı dev yıldızın daha fazla şişmesini sağlar. Yıldız, ışıma gücü, 1000 Güneş'e eşit olan, bir kırmızı süper deve dönüşür.

Beyaz Cüce

Bu aşamadan sonra, karbon çekirdeğinin sıcaklığı, yükselerek, karbon füzyonuyla enerji üretmeye başlar. O kadar çok enerji açığa çıkar ki, yıldız, kararsız hale gelir ve dış katmanlarını, uzaya fırlatır. Sonunda, yıldızın kütlesinin, yüzde onunu oluşturan ve iyonlaşmış gaz kabukla çevrili, karbon bir çekirdek kalır. Böylece yıldız, süper dev bir gezegenimsi bulutsu haline gelmiştir. Gezegenimsi bulutsunun, merkezindeki yıldız, bir beyaz cücedir. Bir beyaz cücede, atomlar, biri birinin içine girecek kadar sıkıştırıldığından, basınç, bir araya gelip sıkışan elektronlar tarafından oluşturulur. Bir beyaz cüceyi, kütle çekim kuvveti, karşısında çökmekten alıkoyan, bu yozlaşmış elektronların basıncıdır.

Beyaz
cücenin, sahip olacağı en büyük kütle, Chandrasekhar kütlesi olarak bilinen, 1,4Mg (güneş kütlesi)dir. Bundan daha büyük kütleli, bir yıldızın çökmesini, yozlaşmış elektron basıncı engelleyemez. Her kızıl devin çekirdeğinde, bir beyaz cüce vardır. Ve bu çekirdek, sürekli olarak, yıldızın maddesini azaltır. Sonunda kızıl dev, bu asalak çekirdeği tarafından tüketilir. Yaklaşık olarak, Dünya büyüklüğünde, gerçek beyaz cüce, tek başına ortaya çıkar.

Siyah Cüce
Parlayan bir beyaz cücede, daha ileri düzeyde, nükleer reaksiyonun başlaması, mümkün değildir. Yaklaşık 10 milyar yılda, bütün enerjisini uzaya fırlatan beyaz cüce, bir siyah cüceye dönüşür. Bu ise, yaklaşık yerküre boyutlarında bir yıldız olup, sıcaklığı ve ışıma gücü çok azdır. Gökyüzünde, çok sayıda beyaz cüce gözlenebilir. Beklide Samanyolu galaksimizdeki parlak yıldızların, yüzde onu beyaz cücedir. Beyaz cüceler, tek başlarına öylesine yoğun yıldızlardır ki; beyaz cüceyi oluşturan maddeyle doldurulmuş bir pingpong topu, birkaç yüz ton ağırlığındadır. Bu çeşit gök cisimleri, karanlık madde hüviyetindedir.
 
Güneş Beyaz Cüce Olacak 
Güneş'in birkaç milyar yıl sonra, yakıtı bittiğinde, kırmızı dev haline geleceği, tahmin edilmektedir. Böylece, Merkür ve Venüs gezegenlerini içine alacak şekilde şişecek ve daha sonra katmanlarını, uzaya fırlatacak. Sıkışıp ısınan Güneş merkezi, bir beyaz cüce olacaktır.

Yıldızların hepsi, Güneşin kaderini paylaşmaz. Bazılarının akıbeti, Chandrasekhar limiti olarak bilinen ve beyaz cüce kütlesinin, en üst sınırı olan bu limite bağlıdır. Bir Hintli bilim adamından ismini alan, bu limit değeri; 1.4Mg(güneş kütlesi) dir. Sonuç olarak, kütlesi, Güneş kütlesinin 1,4 katından daha az olan bir yıldız, büzülmeyi durdurup, beyaz cüce haline gelecektir.

Çekirdeğin kütlesi
, 1.4Mg yi aştığı zaman, yozlaşmış elektron basıncı, çökmeyi önleyemez. Çekirdek, çöker ve atomların ötesinde, atom çekirdeklerinin sıkıştırıldığı, çok daha yoğun bir durum ortaya çıkar ki, bu nötron yıldızıdır

Nötron Yıldızı

Büyük kütleli yıldızlar, galaksinin ana kolu üzerinde, kısmen az zaman geçirirler. Büyük kütleli yıldızların evrimleri, oldukça hızlıdır. Kırmızı dev ve süper kırmızı dev aşamalarından, daha çabuk geçerler. Bu yıldızların çekirdek kütlesi, 1,4Mg(güneş kütlesi) den daha fazla olduğundan, artık yozlaşmış elektron basıncı da, çökmeyi önleyemez. Çekirdeğin çöktüğü, atom çekirdeklerinin sıkıştırıldığı ve maddenin çok daha yoğun olduğu, bir aşamaya gelir. Bu durumda protonlar, elektron yakalayarak nötronlara dönüşürler. Şiddetli nükleer tepkimeler sonucunda, korkunç miktarda enerji açığa çıkar. Bu ise, maddeyle çok zayıf bir şekilde etkileşen, karşı nötrinolar biçiminde, yıldızdan enerji kaçışı demektir. Sonunda, yalnızca nötronlardan meydana gelen, dev bir atom çekirdeği oluşur.

Nötron
yıldızı, çekirdek yoğunluğuna kadar sıkıştırılmış olan, yozlaşmış nötron basıncı tarafından, daha fazla çökmesi önlenen, bir gaz küresidir. Yozlaşmış nötron basıncı, nötronların, biri birine değecek kadar sıkışmasından dolayı, ortaya çıkan bir basınçtır. Ortaya çıkan nötron yıldızının yarıçapı, yaklaşık 1km ve yoğunluğu da, yaklaşık olarak, 1cm³ de 1 milyar tondur. Başka bir ifadeyle, yine bir pingpong topunun içi, nötron yıldızının maddesiyle doldurulacak olsaydı, bu top, Mars'ın uydusu Deimos kadar ağır olurdu. Böyle bir nötron yıldızı, yarıçapı 10km olan bir atom çekirdeğidir.

Bir nötron yıldızı, karadelik değildir. Karadeliğe giden yolda, bir istasyon, bir durak noktasıdır.

Süpernova Ve Nötrinolar

Yıldız çekirdeğinin çökmesi, kırmızı süper dev evresindeki yıldızın, dış katmanlarını, büyük bir hızla dışarıya fırlatan, bir şok dalgası oluşturur. Bu bir süpernovadır. Süpernovalar, çok verimli nötrino kaynaklarıdır. Tersine nötrinolar, bir nötron yıldızının oluştuğunun açık kanıtlarıdırlar. Süpernova patlamasındaki enerjinin, %99 u, nötrinolar ve karşı nötrinolar biçiminde yayınlanır.

Pulsarlar Ve Atom Saatleri

1967 yılında, gökyüzünde, düzenli radyo dalgası yayınlayan nesneler, fark edilmiştir. Araştırmacılar önce, yıldız kümesindeki bir yabancı uygarlıklarla karşılaştıklarını sanmışlar! Ancak, daha sonra görülmüştür ki, bu düzenli radyo dalgaları, pulsarlar dan gelmektedir. Pulsar adı verilen bu nesneler, gerçekte, manyetik alanlar ve radyo dalgaları yayınlayan, nötron yıldızlarıdır. Kendi etrafında dönen nötron yıldızları, bir radyo ışınımı yayarlar ve bunlar pulsarlardır. Pulsar olarak adlandırılan bu gök cisimleri, bir atom çekirdeğindeki gibi, tümüyle nötronlardan oluşan ve bir fincan kadarı, tonlarca ağırlıkta olan, çökmüş bir yıldızdır.

Bilinen en hızlı pulsarların periyotları, milisaniye mertebesindedir. Periyotları, o denli düzgündür ki, insanoğlunun yaptığı, en duyarlı zaman ölçme araçlarından, daha da hassastır. Yeryüzündeki en iyi atom saatleri ile yarışırlar. Pulsarlar, dönmekte olan mıknatıslara benzerler. Zamanla elektromanyetik ışıma sonucunda, enerji kaybettiklerinden, radyo frekanslarında bile görünmez olurlar. Galaksimiz, uzun zaman önce ölmüş olan pulsarlardan başka bir şey olmayan nötron yıldızlarıyla doludur.

Nötron yıldızı,
bu aşamada, Chandrasekhar limitine benzer, yeni bir sınırla, karşı karşıyadır. Böyle bir yıldızın çekirdek(yürek ) kütlesi, 2.5Mg(güneş kütlesi) ni aştığı zaman, kendi kendisinin ağırlığını taşıması imkânsızdır. Artık karadelik sürecinin yolu açılmış demektir.
Kuasarlar
Evrende, ışıma güçleri, en yüksek olan cisimler, kuasarlardır. Spektrumlarının kırmızıya kayışına bakılacak olursa, tüm galaksilerden, katbekat daha parlak olan, yıldızımsı gök cisimleridir. Kuasarlar, muazzam ölçülerde ışık yayan, küçük gök cisimleridir. Mesela, 3 milyar ışık yılı uzaklığında bulunduğu tahmin edilen 3C273 Kuasar'ı, tek başına, 1 milyar Gökada toplamı kadar ışık yaymaktadır. Kuasarların, süper yoğun bir karadelik olduğu, düşünülmektedir.

Kuasarlar,
genelde; radyo, kızılötesi, x-ışını ve gamma ışını kaynaklarıdır. Ancak, x-ışını enerjisi, diğerlerinden daha fazladır. Kuasarlar, genellikle, çok uzak ışık kaynaklarıdır. Kuasarların, 1963 de keşfi, karadelikler üzerinde yapılan, kuramsal ve gözlemsel çalışmalarda, büyük gelişme sağlamıştır.

Bir karadeliği aramanın bir yöntemi de; görünmeyen, yoğun, büyük kütleli bir nesnenin yörüngesinde, dönen maddeleri araştırmaktır. Belki de, galaksilerin ve kuasarların merkezlerindeki dev karadelikler, en önemli karadelik çeşitleridir.
KARADELİKLER 
Bir nötron yıldızının, çekirdek(yürek) kütlesi, 2.5Mg(güneş kütlesi)ni aşarsa, yıldız, kendi kütlesel çekimine karşı koyamayacaktır. Yıldızın, fazla kilolarını atması için, ne yakıtı, ne de kütlesel çekime karşı koyacak gücü olacaktır. Bu Chandraskher sınırına benzer, Landau-Oppenheimer-Volkov sınırı olan, kritik bir kütledir. Bu kritik kütleyi aşan yıldız, kendi merkezine doğru, çökmeyi ve ezilmeyi sürdürecektir. Bu çöküşle beraber, çevreye uyguladığı kütlesel çekim kuvveti artarken, uzay -zaman eğriliğinin de, artmasını sağlar. Yıldız büzüldükçe, yüzeyindeki kütlesel çekim alanı güçlenir. Yıldızdan kaçıp kurtulma hızı da, gittikçe artar. Öyle ki sonunda, ışığın dahi kaçamayacağı, sınır hıza ulaşır. İşte bu, karadelik dediğimiz uzay-zaman eğriliğinin, sonsuza yaklaşan bir bölgesidir.  Karadelikler, maddenin, adeta ezilerek, yok olduğu görünmez noktalardır.  Karadelikden ışık kaçamazsa, fiziksel hiçbir şey kaçamaz. Karadelikler, yıldızların ölümünün bir sonucudur.

Bütün bu süreçlerde, ' genel göreceliğin kütlesel çekim yasası' ve ' özel göreceliğin bu fiziksel evrende, hiçbir şeyin ışıktan hızlı gidemeyeceği yasası' hâkimdir. Genel görelik yasasına göre, kütlesi olan her cisim, evreni (uzay-zamanı), eğip-bükmektedir. Karadelikler, çok büyük kütleli yıldızlar oldukları için, uzay-zamanda, adeta dipsiz bir kuyu oluşturmaktadırlar. Karadelikler, büyük kütleli yıldızların son durumları ve karanlık maddenin, düşünülebilecek en karanlık biçimleridir. Doğrudan gözlenmeleri, mümkün değildir.

Kendisinden, ışık dahi kaçamadığı için gözlenemezler. Adeta, bir kozmik sansür vardır. Karadelik civarında, uzay-zamanda, öyle bir bölge vardır ki, bu bölgedeki olaylardan, ışık bile kaçamaz. Karadelik, bir tuzak yüzeydir. Bu yüzeyden içeriye, bir kez girerseniz, geriye dönüş yoktur. Karadelikler, uzaytozu parçacıklarından, ışık fotonlarından, dev yıldızlara kadar, karşılaştığı her şeyi yutan; adeta dev kozmik bir süpürge, yahut vakumlardır.

Dev Kütleli Karadelikler
Evren de en çok bulunan karadelikler, Güneşten yaklaşık 10 kat büyük yıldızlardır. Samanyolu merkezinde bulunan karadelik, 2.6milyon Güneş kütlesi büyüklüğündedir. Aynı şekilde, Andromede gökadasının, merkezindeki karadeliğin kütlesinin de, 10milyon Güneş kütlesi olduğu, tahmin ediliyor. Bu dev kütleli karadelikler, gökada oluşurken, gaz bulutlarının, yoğun merkeze çökmesiyle, ortaya çıkar.'Kaymak deneyi'nde olduğu gibi, merkezde büyük kütleli yıldızlar yer alır. Gaz molekül bulutları, kendi yoğun merkezine çökerken, burkulma ve dönme oluşturur. Bu merkezi topak, merkez çevresinden çaldığı, gaz ve parçacıklarla daha da büyür. Ayrıca, 'her gökadanın merkezinde, büyük kütleli karadeliklerin var olduğu' düşünülmektedir. Bu durum, oldukça anlamlıdır. Hatta Samanyolu galaksisinde, bir milyardan daha fazla, karadelik olduğu sanılmaktadır.

Olay Ufku
Schwarzschild yarıçapı, karadeliğin kritik yarıçapını gösterir. Schwarzschild yarıçapındaki üç boyutlu yüzeye, karadeliğin olay ufku denir. Olay ufku, kendisinden kaçılması mümkün olmayan, bir uzay-zaman bölgesidir. Karadeliği çevreleyen bir zar gibidir. Kendini olay ufkun da bulan herhangi bir cisim, kaçamaz ve dış dünyayla iletişim kuramaz. Olay ufku, Karadelik den kaçmaya çabalayan ışığın, uzay-zamanda izlediği yoldur. Aynı hızla hareket eden radyo dalgaları da, olay ufkundan kaçamazlar. Karadeliğin olay ufkunun yarıçapı, kütlesiyle doğru orantılıdır. Güneş kütlesi kadar kütleye sahip bir karadelik için, kritik yarıçap, yaklaşık 3km dir. Yaklaşık 10Mg (güneş kütlesi) kadar olan bir yıldızın, Schwarzschild yarıçapı ise, 30km civarındadır. Aynı şekilde, Dünya'nın karadeliğe dönüştüğünü varsayacak olursak, olay ufku, 9mm den daha az olacaktır.

İki karadelik çarpışır ve çekirdek kaynaşmasıyla, tek bir karadelik oluşursa; bu karadeliğin olay ufkunun alanı, bu iki karadeliğin, olay ufuklarının alanları toplamından daha büyüktür. Karadeliğin kütlesindeki değişiklikle, olay ufkunun alanı arasında, bir ilişki mevcuttur. Karadelik tekilliği, olay ufkunun tam merkezindedir. Adeta olay ufkunun merkezinde, bir noktadır.

Karadelik Tekilliği
Roger Penrose ve Hawking, yaptıkları ortak çalışmalarda, ' genel görelik kuramı' na göre; karadeliğin içinde, sonsuza yakın yoğunlukta, bir ' tekillik ve uzay zaman eğriliği' olduğu, ortaya kondu. Bir karadeliğin merkezi, uzay -zamanda, bir ' tekil nokta'dır. Bu, zamanın başlangıcındaki; ' büyük patlamaya' benzer. Ancak karadeliğe düşen bir madde ve astronot için, zamanın başlangıcı değil, zamanın sonudur. Bu karadelik tekilliğinde, fizik yasalarını ve bu yasalara dayanarak, geleceği tahmin etmek imkânsızdır. Bu tekillikte, madde gibi, zamanda son bulmaktadır. Olay ufkunun dışında bulunan bir kimseye, buradan ne ışık ne de başka bir şey ulaşamayacaktır. Hiçbir parçacık, hatta fotonlar, ışık ışımasını oluşturan parçacıkların kendileri de, bu kütlesel çekime tabii olduklarından, dışarı kaçamazlar. Ne karadeliğin olay ufkuna giren bir gök cismi veya parçacık, nede karadeliğe dönüşen yıldıza ait parçacık, artık karadeliği terk edemez. Burada, karadelik sansürü hâkimdir. Karadelik kara değildir, ancak gözükmez.
Genel görelik denklemlerinin, bazı çözümlerine göre, astronot, tekillikten geçerek,  evrenin başka bir bölgesine ulaşabilir. Uzay gezileri için karadelikler, potansiyellere sahiptir. Aksi halde, diğer yıldızlara ve galaksilere ziyaretin pratik bir anlamı, yoktur. Karadelik tünelleri, evrenin başka köşelerine, yolculuk yapmayı mümkün kılabilir. Bir karadeliğin merkezi, uzay-zamanda, bir 'tekil nokta'dır. Genel görelik teorisine göre, 'kurt deliği' adı verilen böyle noktaların, uzay-zamana bir köprü-tünel olma olasılığı, söz konusudur. İnsanoğlu, karadelikler ve kurtdelikleri ile erişilmez evrenlere ulaşabileceğini bekliyor. Kuramsal olarak, bu yolların, kestirme yollar olduğu öngörülüyor.
Acaba Dünyalılar; ' insan' yahut ' cin', karadelik tünellerini kullanarak, yolculuk yapabilirler mi? Bir karadeliğin içine atlarsanız, parçacıklara ayrılırsınız. Acaba bu parçacıklar, başka bir evrene veya bir köşesine taşınarak, ortaya çıkmanız mümkün mü?

Nitekim Kur'an da ki Hızır meselesi, geçmişe ve geleceğe yolculuk için ilginç bir örnektir. Aynı şekilde'cinler'in, 'İkinci Sem'nın sınırlarına kadar, yolculuk yaptıkları, burada, ' İkinci Sema'dan ' dinleme' yapmak isterken kovuldukları, açık bir şekilde, ifade edilmektedir. 'Cinler'in 'İkinci Sema'nın sınırlarına yaklaşmaları için, gidiş-geliş toplam süre; milyarlarca sene, yolculuk yapmaları gerekiyor. Bunun ise, karadelikler olmadan başarılması, müimkün gözükmüyor.'Cinler'in ne hızları, nede yaşam süreleri, Ku'ran ifadeleriyle, muhkem olan bu yolculuğu yapmaya, yetmez. Ancak, yolculuk yaptıkları da kesin.

Karadelikler
, uzay ve zamanda yolculuk için, potansiyeller içermektedir. Ancak, genel görelik denklemlerinin çözümleri, oldukça kararsız gözükmektedir. Karadelik sansürüne, hala büyük bir umut bağlanmaktadır. Çıplak tekillik, geçmişe yolculuk için, potansiyel bir kapı olarak, görülmektedir. Bilim-kurgu yazarlarına, çok cazip gelen bu alan, gerçekte, oldukça tehlikelidir. Böyle bir gücü elde eden bir Dünyalının, neler yapabileceğini, tahmin etmek, güç değildir. Ancak böyle bir yol, şimdilik kapalı gözükmektedir.

Gerçekte, karadeliğe düşen astronot, ayaklarından çekilerek, önce iplik gibi uzayacaktır. Astronotun, karadelikten kurtulması için, ışıktan daha hızlı hareket etmesi gerekir. Adeta astronot, 'iplik', karadelikte, 'iğnenin deliği' olmuştur. Sonuçta, birkaç saniye içerisinde, paramparça olacaktır. Öyleki, astronot, bu tekillikte, moleküllere; molekül, atomlara ve atomlarda, çekirdeklere parçalanacak. Hatta çekirdekleri ve tüm atom altı parçacıkları da, parçalanacak ve ezilecektir. Neredeyse ezilmenin sonu yoktur. Yıldızlar, galaksiler ve evreni bekleyen sonda budur. Sadece madde değil, uzay-zamanın kendiside, bu akıbetten kurtulamayacaktır. Bu tekillikte, bilgi de yok olmaktadır.'Bilginin korunduğu' fizik prensibi gibi, diğer fizik yasları da, burada işlememektedir.

Bir karadeliğin içine atlarsanız, parçacıklara ayrılırsınız. Acaba bu parçacıklar, başka bir evrene veya bir köşesine taşınarak, ortaya çıkmanız mümkün mü? Gerçek zamanda, bir karadeliğe düşen astronotun, atom altı parçacıklarının geçmiş tarihleri, bu tekillikte yok olur. Ancak bu parçacıkların, 'sanal zaman'daki tarihleri devam eder. Yani, başka bir evrende, 'sanal' olarak ortaya çıkabilirler mi? Elbette şimdilik, karadelikler yoluyla, uzayda yolculuk yapmak, pekte güvenli görünmüyor.  
Dönen Karadelikler Karadelikler, kendi eksenleri etrafında dönerler. Madde, karadeliğin içinde, sarmal(burgulu) bir yol izler. Dönen karadelikler, çok daha yaygın olmakla beraber, dönmeyen karadeliklerde vardır. Aynı şekilde elektrik yükü olan, olmayan karadeliklerden söz edebiliriz.  Karadelik oluşurken, yıldızın kütlesi dönüyorsa, bu dönme, karadeliğe miras kalır.

1967 de, Werner İsrael, dönmeyen karadeliklerin, çok basit yapıda olduğunu gösterdi. Karadeliğin çapının, kütlesine bağlı, tam bir küre olduğu kanıtlandı. Roy Kerr ise, dönen karadelikleri tanımlayan, çözümler elde etti. Büyüklükleri ve biçimleri, sadece kütlelerine ve hızlarına bağlı olan Kerr karadelikleri, sabit bir hızla dönmekteydiler. Dönme hızı sıfırsa, karadelik tam bir küre biçiminde olacaktı. Daha sonra, Carter, Hawking ve Robinson, dönen karadelikler için, Kerr çözümünü sağladılar.

Böylece kütlesel çekimin yönettiği çöküşün sonucunda, karadelik, bir dönme hareketi kazanır. Bu karadeliğin büyüklüğü ve biçimi, çökerek onu oluşturan yıldızın, kimyasal yapısına değil, sadece kütlesine ve dönme hızına bağlı olacaktır. Karadelik, çöken yıldızın, başka bir özelliğini taşımaz. Yani, bunun anlamı, yıldızın, yapısal özelliklerinin kaybolduğudur. Çöken yıldızın, nasıl bir yıldız olduğu, önemli değildir.

Sonuç olarak karadelik, yalnızca kütle, açısal moment ve elektrik yükü özellikleriyle tanımlanan, kararlı bir duruma geçer. Karadeliğin bu son durumundan dolayı, 'karadeliğin saçı yoktur' önermesi, çok kullanılan bir deyim olmuştur. Bu şu demektir ki, yıldızın kütlesel çöküşünde, çok miktarda bilgi kaybından dolayı, karadelik 'kel' kalmıştır. Bu son durum, yıldızın, madde ve anti madde yapılı, küresel veya düzensiz şekilli olmasından bağımsızdır. Sonuçta karadelikler, çok çeşitli yıldız yapılarının çöküşünden, ortaya çıkmış olabilir.   

Karadelik Radyasyonu

1974 de Hawking, 'karadelik ışıması'nı öngördü. Buna, 'Hawking radyasyonu' da denir. Karadelik, dışarıya ışık kaçırmıyordu, ancak radyasyon yayıyordu. Penros'un düşünce deneyi ise, karadeliğin, kendi ekseni etrafında dönme enerjisinin bir bölümünü, dışarıya aktaracağını öngörüyordu.

Karadelik
, düzenli bir hızla parçacık yayar. Karadelik, yüzey kütlesel çekimiyle orantılı ve kütleyle ters orantılı bir sıcaklıkta, bir sıcak nesne gibi, parçacık üretip, yayar. Bu, sonlu bir sıcaklıkta, ısıl denge, demektir. Nasıl oluyor da, olay ufkunun içinden, hiçbir şey, dışarıya kaçamayacağı halde, karadelik, parçacık yayınlar gözüküyor? Yahut radyasyon, karadeliğin kütlesel çekim alanından, nasıl kaçıp kurtuluyor? Bunun cevabı, belirsizlik ilkesinin, parçacıkların, küçük bir uzaklık için, ışıktan daha hızlı ilerlemesine, izin vermesidir. Bu durum, parçacıkların ve radyasyonun, olay ufkundan çıkmalarına ve karadelikten kaçıp kurtulmalarına imkân verir. Ancak karadelikten kaçan şey, içine düşen şeyden farklı olacaktır. Yalnızca enerji aynı olacaktır.

Kuantum mekaniği,
sürekli olarak, çiftler halinde maddeleşen, ayrılan ve tekrar bir araya gelen ve biri birini yok eden 'sanal' parçacık veya anti-parçacıklardan söz eder. Sanal parçacıklar, 'gerçek' parçacıklar gibi, bir parçacık detektörüyle algılanamazlar. Ancak, dolaylı etkileri ölçülebilir. Proton, nötron, elektron, kuark vs. bütün bu gerçek parçacıkların, anti-parçacıkları(sanal-melekut) mevcuttur. Fotonun, anti-parçacığı ise kendisidir. Gerçek parçacıklar artı enerjiye, sanal parçacıklar eksi enerjiye sahiptir.

Bir çift parçacıktan birisi, karadeliğe düşerken, diğerini olay ufkunun sınırında, yalnız bırakabilir. Yalnız kalan parçacık veya anti-parçacık, diğerinin arkasından, karadeliğe de düşebilir yahut kaçıp kurtuladabilirde. Dışardan bakan bir gözlemci, onu, karadeliğin çıkardığı 'radyasyon' olarak görür.

Karadeliğe,
anti-parçacığın düştüğünü varsayarsak, bu sanal parçacık, zaman içinde geriye gidecektir. Bu karadelikten çıkan ve zaman içinde geriye giden, bir parçacık olarak düşünülebilir. Parçacık, anti-parçacık birleşmesiyle, maddeleşme aşamasına gelince, kütlesel çekim alanı, ona çarpar ve zamanda ileriye doğru yol alır.

Karadelik
küçüldükçe, sanal parçacığın, gerçek parçacık olmadan önce, alacağı yol kısalacaktır. Ve böylece, karadeliğin, parçacık yayınlama hızı artacak ve görünen ısı ortaya çıkacaktır. Karadeliğin yaydığı parçacıklar, karadeliğin kütlesi azaldıkça, hızla artan bir sıcaklığı gösteren, ısıl spektruma sahip olacaktır. Sonuçta, karadeliğe düşen iki eş parçacıktan, biri içerde kalırken, diğeri dışarı kaçacak ve karadelik buharlaşması yaşanacak ve karadeliğin kütlesi, azalacaktır.

Örneğin, elektron, kütlesel çekim nedeniyle, karadeliğin içine çekilecek, pozitron(anti-elektron) kaçacaktır. Bu süreçte, karadeliğin sahip olduğu elektriksel yükün küçük bir bölümü, yok olacak ve dönme momentinin çok az bir bölümü de, dışarı taşınacaktır. Böylece karadelik, enerji kaybedecektir.

Kısaca ifade edecek olursak, bir karadelik parçacık ve radyasyon yayarken, kütlesi ve büyüklüğü, düzenli olarak azalacaktır. Bu, daha fazla parçacığın, dışarıya tünel açmalarını kolaylaştıracaktır. Böylece hızlı bir radyasyon yahut karadelik buharlaşması yaşanacaktır. Ancak, büyük bir karadelikler için buharlaşma süresi, oldukça uzun olacaktır. Güneş kütlesi kadar kütlesi olan bir karadelik, yaklaşık 1066 yıl yaşayacaktır. En sonunda, karadeliğin, kütlesel çekim alanı, o derece azalmış olacaktır ki, karadelik, artık kendini, bir arada tutamayacaktır. Ancak, bir karadeliğin, buharlaşmasının en son aşaması, o derece hızla ilerler ki, muazzam bir patlamayla son bulur.

Karadelikler Ve Bebek Evrenler
"O zaman, karadeliğin içine düşen nesnelerin yahut bir uzay gemisinin, akıbeti ne olur?" diye soran Hawking, kendi sorusuna şöyle cevap verir:
"Benim son çalışmalarıma göre; yanıt, düşen nesnelerin, bebek evrene gittikleridir. Evrenimiz, böylece başka bir evrene dallanır. Bu bebek evren, tekrar, bizim uzay-zaman bölgemize katılabilir. Bu ise, oluşan ve daha sonra buharlaşan bir başka karadelik ve karadeliklerden uzay gezisine açılmış bir kapı gibi görünür. Yalnızca uygun bir karadeliğe doğru, uzay geminizi yöneltirsiniz. Oldukça büyük olan bir uzay gemisi olsa daha iyi olur. O zaman, nereye gideceğinizi seçemezseniz de, bir başka delikten tekrar ortaya çıkmayı umarsınız.

Ancak galaksiler arası yolculuk planında, bir kusur var. Karadeliğe düşen parçacıkları alan bebek evrenlerde, sanal zaman söz konusudur. Sanal zaman, bilim-kurgu gibi gelebilir, ancak bu iyi tanımlanmış, bir matematiksel kavramdır. Gerçek zamanda, karadeliğe düşen bir astronotun, akıbeti kötü olur. Başındaki ve ayağındaki kütlesel çekim arasındaki farkla, çekilerek iplik gibi uzar ve parçalara ayrılır. Vücudunu oluşturan parçacıklar bile, hayatta kalamaz. Gerçek zamandaki geçmişleri, bir tekillikte sona erer. Ancak astronotun parçacıkları, yayılan parçacıklar olarak, yeniden ortaya çıkarlar. Böylece bir anlamda astronot, evrenin başka bir bölgesine taşınır. Ancak ortaya çıkan parçacıklar, pek fazla astronota benzemezler. Karadeliğe düşen birisi için parola; 'sanal düşün' olmalıdır. Bebek evrenler, uzay gezisi için, fazla yararlı olmasa da, 'birleşik teori' bulma girişimi açısından, önemli sonuçlar doğurur. Pek çok kimse, bebek evrenler üzerinde çalışmaktadır. Bu alan, çok heyecanlı çalışmalara yol açmıştır."

Mini Karadelikler
Evrenin çok erken evresindeki düzensizliklerin çökmesiyle, ortaya çıkan küçük kütleli karadelikler olabilir. Kütleleri, Güneş'ten daha küçük olan karadelikler, mini karadeliklerdir. Büyük patlamayla yaratılan madde, proton ve elektron gibi bildiğimiz biçimlere ek olarak, mini karadelikler biçiminde de, ortaya çıkmış olabilir.

Kütlesi, küçük bir dağ kadar(1015 gr) olan bir karadelik, 10 milyar yılda, daha küçük kütleli karadelikler ise, çok daha kısa sürede buharlaşırlar. Bu küçük karadelikler, şimdiye kadar buharlaşmış olabilirler. Ancak kütlesi, bundan daha büyük olanların, röntgen ya da gamma ışıması yapmaları beklenir. Henüz bu karadeliklerle ilgili araştırmalar, sonuç vermiş değildir. Bunların varlıklarının kanıtı olan etkileri, bugüne kadar gözlemlenememiştir.

Ancak evrenin ilk dönemlerinden miras olarak, her biri bir dağ kütlesinde, fakat bir proton boyutlarında olan, çok sayıda mini karadelik kalmış olabilir. Eğer bir mini karadelik keşfedilecek olursa, mutlaka büyük patlamadan kalmış olacaktır. Çünkü yıldızlar, 2.5Mg (güneş kütlesi)den daha küçük kütleli karadelik üretemezler.

Hawking, mini karadeliklerin, çok daha hızlı buharlaştığını ve patladığını gösterdi. Bu mini karadeliklerin yarıçapı, 10-13cm, yaklaşık bir proton boyutundadır. Ağırlıkları ise, bir protondan, bir milyar ton daha fazladır. Yani, Everest Tepesi'nin ağırlığına eşittir. Bunlar kara değil, on bin megavatlık bir güçle, enerji yayan, adeta beyaz deliklerdi.

Akdelikler
Evrenin başlangıç evresinde, gaz halindeyken; gaz kümelerine(bulutlarına) ayrışarak; yoğunlaşıp, gaz topaklanmalarının merkeze çöktüğünü, çökerken bir dönme (burkulma) ivmesi kazandığını ve arkasından da, yıldızların ve galaksilerin ortaya çıktığını biliyoruz. Uzun bir zamanın sonunda ise, çok sayıda, büyük kütleli yıldızların, kütlesel çekimin etkisiyle küçülerek; beyaz cüceler, nötron yıldızları ve karadeliklere dönüştüğü artık biliniyor.
Galaksilerin merkezlerin de ise, daha büyük yıldızlar oluşabileceği için, en büyük karadelikler, muhtemelen bu merkezlerdedir.

Kümeleşme
, özellikle karadelikler söz konusu olduğu zaman, entropideki aşırı artışı gösterir. Entropi, düzensizliğin bir ölçüsü olduğuna göre; seyreltik olan gazın, düşük entropiyi, yoğun olan karadeliğin yüksek entropiyi göstermesi, bir çelişki olarak gözüküyor. Kütleçekim etkisi oluşturan böyle sistemlerde, ters bir durum söz konusudur.
Karadeliklerin birleşmesinden ortaya çıkacak olan karadeliğin, tekillği ve entropisi, elbette daha büyük olacaktır. Evrendeki tüm karadeliklerin, birleşmesinden ortaya çıkacak olan karadeliğin, tekilliği ve entropisi, elbette sonsuza yaklaşacaktır. Uzay-zamanında, son bulduğu böyle bir tekillik, evrenin çöküşünde gözlenebilir. Bu aynı zamanda, uzay-zaman tekilliğidir.

Fizik yasaları, zaman simetrisine sahiptirler. Bu yüzden, içine düşenlerin kaçamadığı, karadelikler varsa, o zaman, şeylerin içinden çıktığı, fakat içine düşemediği, başka nesneler de olmalıdır. Bunlara, ak (beyaz) delikler, denebilir. Bir karadeliğin içine atlayan astronotun, bir başka yerde, bir akdelikten çıkabileceği düşünülebilir.
Bazı kuramcılara göre, dönen ve elektrik yükü olan karadeliğin, diğer ucunda akdelik vardır. Karadeliğe düşen bir şey, diğer taraftan, akdelikten başka bir uzaya püskürür. Kara ve akdelikleri birleştiren tüneller, 'kurt delikleri' olarak adlandırılıyor. Karadelik tekilliğini içeren bu kurt delikleri, zamanda yolculuk tünelleri olarak görülüyor. Işık hızıyla, milyarca senede gidilebilecek bir galaksiye veya evrene, çok kısa bir zamanda yolculuk, vaat ediyor. Sıradan, dönmeyen karadeliklerin, kurt delikleri ya olmuyor ya da kararsız oluyor.
Einstein'in kütleçekim denklemlerinin bir özelliği de, zaman içinde sürekli olmalarıydı. Yani genel görelik teorisinin, karadeliğin içine düşme ve akdelikten çıkmanın çözümleri, mevcuttur. Ancak daha sonraki çalışmalarda, bu çözümlerin dengesiz olduğu görülmüştür. En küçük etki, karadelikten beyazdeliğe giden, kurt deliğini tahrip edebilir.
Akdelik, hiçbir şeyin içine giremeyeceği, bir tekil noktaydı. Sanal 'nur noktası'. Karadelik, çekip-yutarken, akdelik, püskürtüp-ortaya çıkarıyor. Karadelik yok ederken, akdelik var ediyor.

Sonuç olarak, zamanın yönünü tersine çevirdiğimizde, 'büyük patlama'yı temsil eden, bir başlangıç uzay-zaman tekilliğinin, kaçınılmaz olduğunu görürüz. Bu kez tekillik, tüm maddenin ve uzay-zamanın yok olmasını değil, yaratılmasını temsil eder. Bu bir akdelik tekilliğidir. Bu iki tekillik arasında, tam bir zaman simetrisi vardır. Başlangıç türü tekillik (akdelik) ki; bunda, uzay-zaman ve madde yaratılır. Sonuç türü tekillik(karadelik)  ki, bunda, uzay zaman ve madde yok olur.
Karadeliklerin Bazı Özellikleri
En basit karadelik, yalnızca kütlesi tarafından belirlenir. Bu karadelikler için, kütle, ölçülebilir tek büyüklüktür. Dönen karadelikler ise, kütleye ek olarak, iki özellik tarafından belirlenir: a) açısal momentum ve b) elektrik yükü. Bu büyüklükler, karadeliğin çevresinde dönen parçacıkların, yörüngelerinin incelenmesiyle ölçülebilir. Kimyasal yapı ise, belirleyici değildir. Karadeliği oluşturmak üzere, nasıl bir maddenin çöktüğünün önemi yoktur.
Karadeliklerin, dikkatimizi çeken bazı özellikleri:
1)Karadeliklerin varlığını, çevrelerindeki gök cisimleri üzerindeki etkilerinden anlayabiliriz. Kendileri görünmez olan karadelikler, çevrelerinde dönen yıldızların hızlarını artırırlar. Karadelik, başka bir yıldızla, bir çift yıldız sistemi oluşturuyorsa, etkileri fark edilebilir. Bu durumda, şiddetli x-ışınları ve radyo dalgaları yayarlar. Eğer karadelik, yıldızına, yeterince yakınsa, evrimleşerek kırmızı dev haline gelen eş yıldızın, atmosferindeki gazların bir bölümü, karadelik tarafından yutulabilir. Bu gazlar, önce karadeliğin çevresinde, sarmal hareketlerle, bir disk oluşturarak, karadeliğin yüzeyine düşerler. Gaz düşerken, çok ısınır ve x-ışınları yayar. Adeta, karadelikler, eşlerini soyarlar.
2)Galaksi merkezinde bulunan dev karadelikler, etraflarındaki gaz bulutlarına, güçlü çekim uygulayarak, büyük bir hızla döndürürler ve kendilerini belli ederler. Bu karadelikler, zamanla çevreden çaldıkları, gaz ve yıldız artıklarıyla beslenirler. Buradaki madde, olay ufkunda kaybolmadan önce, çok yüksek sıcaklıklara kadar ısınır.      

Galaksi
çekirdeklerinde, birbirlerine çok yakın yıldızlar, çarpışarak parçalanırlar. Ve enkazları, karadelik için, bir besleme kaynağı olur. Merkezdeki canavar, artık beslenmediğinde, çevresindeki kütle aktarım diski, kaybolur ve süper kütleli karadelik, galakside hemen hiçbir iz bırakmaz.

Bu sebeple, süper kütleli karadelikleri, aramak için, en uygun yerler, yakın galaksilerin çekirdekleridir. Aktif galaksi çekirdeklerinin güç kaynakları, muhtemelen karadeliklerdir. Merkezdeki etkinliğin yakın görüntüsü, radyo yayını fışkırmalarıdır. Fışkırmalarının kaynağı, merkezde, süper kütleli bir karadeliğin varlığıyla açıklanabilir.

Nötron yıldızı
ve beyaz cüce gibi yıldızlar, enerji üretemezler. Nötron yıldızlarının, katı bir yüzeyleri var ve bu yüzeyde madde biriktirebiliyorlar. Karadeliklerde böyle sert bir yüzey yok ve olay ufkuna giren madde ve ışınım, evreni terk ediyor.
4)Şayet, karadelik oluşturmak için çöken madde, net bir elektrik yüküne sahipse, ortaya çıkan karadelik de, aynı yükü taşıyacaktır. Benzer şekilde, şayet çöken madde, açısal momente sahipse, ortaya çıkan karadelik, dönüyor olacaktır. Hatırlanacağı üzere, bir karadelik, çöken maddenin elektrik yükünü, açısal momentini ve kütlesini hatırında tutarken, bunların dışında her şeyi unutur. Zira bu üçü, uzun erişimli alanlarla bağlantılıdır.

Sonuç: Karadelikler Ne Söylüyor?
1)Sonsuz yoğun ve sonsuz ince bir 'nur' noktasından, bir 'nur(akdelik) patlaması'yla yaratılan; yüz milyarlarca galaksi ve her bir galakside, yüz milyarlarca yıldızlardan oluşan, bu muazzam evren; çökecektir, ezilerek adeta yok olacaktır. Karadelikler, maddenin ezilerek, 'sonsuz incelmesi'nin açık kanıtlarıdır.
2)Evrenin, başlangıcının(büyük patlama) ve sonunun(büyük çöküş) olduğu kanıtlanmıştır. Karadelikler, evrenin 'büyük çöküşü'nün apaçık delilleri, alametleri ve işaretleridir. Bir bilim adamının söylediği gibi: "Eğer bir yıldız, çatırdayarak kendi üstüne çökebiliyorsa, neden tüm evrende çökmesin?"
3)Genişlemekte olan bu muazzam evren, kütlesel çekimin etkisiyle, geriye dönmeye- büzülmeye başlayacak;  adeta bir balonun sönmesi yahut bir kâğıdın avuç içinde dürülmesi gibi galaksiler, biri birlerine yaklaşmaya başlayacaktır. Bir taraftan, her bir galaksi, kendi merkezlerindeki dev karadelikler tarafından yutulurken, diğer yandan galaksilerin dönüş hızı, gittikçe artacaktır. Sonuçta, milyarlarca galaksi, süper dev karadeliklere dönüşürken; karadelikler, 'sonsuza yaklaşan hızla' kafa kafaya gelecek ve hiper dev bir karadeliğe dönüşecektir.

İşte bu, 'büyük patlama'ya hazır, maddenin, sonsuz incelerek, madde olmaktan çıktığı, 'nur(akdelik) noktası'dır. Sonsuz yoğun, sonsuz ince, sıfır boyutlu, sıfır hacimli ve patlamaya hazır 'nur' noktası. İşte yaklaşan 'Saat' budur. İşte 'Kıyamet' den sonra 'Kıyamet' budur. İşte bu 'an', evrenlerin Rabbi olan Sonsuz Yüce Allah'ın, Gökleri ve Yerleri, yeni baştan yaratacağı 'an'dır. İşte 'Kıyamet'in arkasından, beklenen ikinci ve 'Son Büyük Patlama' anı. İşte bu 'an'da, Cennetler-cehennemler yeniden yaratılacak ve ebedi kalacaklar.
4)Bilinmelidir ki, karadelikler üzerinde yapılan araştırmalar, sadece evrenin başlangıcına ve sonuna değil, fizik yasalarının ve fizik ötesi (sanal-melekût) evrenlerin anlaşılmasına da, ışık tutuyor. Bu araştırmalar ilerledikçe, evreni yöneten yasaların, birleşimi ve en basit hali olan 'her şeyin kuramı'; yani kütlesel çekim yasasını, kuantum kuramına bağlayan 'teori', acaba ortaya çıkacak mıdır? Belkide. Bugün bilim dünyası, 'altın iyonları'nı çarpıştırarak, 'yapay büyük patlama' deneyleri, düzenlemeye çalışıyor. Biz inanıyoruz ki, Allah, ayetlerini, yakın gelecekte, 'enfüsümüzde ve afakımızda', apaçık göstermeye, devam edecektir.  
Dr. Halil Bayraktar