31 Ekim 2010 Pazar

"NASA: İzafiyet Teorisi Doğru", "Einstein Haklı Çıktı", "NASA İzafiyet Teorisini Doğruladı"…

2004 Ekim ayında gazetelerde yer alan bu başlıklar zamanın göreceliği konusunun bir kere daha doğrulandığına dikkat çekiyordu.

İzafiyet Teorisi'ni günümüzden 86 yıl önce, 20. yüzyılın en büyük fizikçisi olarak nitelendirilen Albert Einstein ortaya atmıştır. Görelilik kuramı olarak da adlandırılan bu teoriye göre uzay ve zaman bir algıdır. Diğer bir deyişle, mutlak zaman diye birşey yoktur. Uzay ve zamanı algılama biçimimiz, nerede bulunduğumuza ve nasıl hareket ettiğimize bağlıdır. Buna göre bir cismin hızına ve konumuna (çekim merkezine olan uzaklığına) göre, zaman hızlı veya yavaş geçmektedir. Bir cisim hızlandıkça (çekim merkezlerinin yakınında) o cismin üzerinde zaman yavaşlamaktadır. Yani hız arttıkça zaman kısalmakta, sıkışmakta; daha ağır, daha yavaş işleyerek sanki "durma" noktasına yaklaşmaktadır. 

Bunu Einstein'ın bir örneği ile açıklayalım. Bu örneğe göre aynı yaştaki ikizlerden biri Dünya'da kalırken, diğeri ışık hızına yakın bir hızda uzay yolcuğuna çıkar. Uzaya çıkan kişi, geri döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni uzayda hızla seyahat eden kardeş için zamanın daha yavaş akmasıdır.

Bir cismin hızının yanısıra konumu da zamanı etkilemektedir. Genel Görelilik Kuramı, çekim merkezlerinin yakınında zamanın daha yavaş geçtiğini ispatlamıştır.

Ünlü fizikçi Stephen Hawking, bu gerçeği yine bir ikiz örneğiyle şöyle anlatmaktadır:
"Görelilik kuramı mutlak zamanı çöpe attı. Bir çift ikizi düşünelim. Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz yüzeyinde. İlk ikiz (yani dağın tepesinde yaşayan) ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır. Yani yeniden karşılaştıklarında öbüründen daha yaşlı olacaktır." (Stephen Hawking, ZamanınKısa Tarihi, s.54)
Görelilik Kuramı ile, hıza ve konuma göre uzayda farklı zaman dilimleri olduğu ortaya konmuştur. 

Einstein'ın 1900'lü yıllarda ulaştığı bu sonuç geçtiğimiz aylarda NASA destekli bir proje ile doğrulanmıştır.

Uydu Yörüngelerindeki Sapma İzafiyeti Doğruluyor

Görelilik kuramının doğruluğu, iki bilim adamı; Ignazio Ciufolini ve Erricos Pavlis tarafından çeşitli ölçümler yapılarak kanıtlandı. NASA, projeye 600 milyon dolarlık bir bütçe ayırmıştı. NASA'nın yetkililerinden olan Erricos Pavlis, "Einstein'ın, Dünya gibi büyük cisimlerin kendi eksenleri etrafında dönerken uzay ve zamanı büktüğünü söylediğini, kendilerinin de bundan yola çıkarak araştırma yaptıklarını" belirtti. Araştırmanın sonucunda ölçüm yapılan uyduların yörüngesinde Dünya'nın dönüş yönünde yılda iki metrelik sapma belirlendi. Yani uydular yörüngelerinden yılda iki metre kadar dışa doğru itiliyorlardı. Bu, Einstein'ın uzay-zaman sürüklenmesiyle ilgili hesaplarıyla %99 uyumlu bir bulguydu. Colorado Üniversitesi fizikçilerinden Neil Ashby bu sonuçla ilgili olarak, "Bu, gerçekten de uzay-zaman sürüklenmesiyle ilgili ilk kesin ölçüm" açıklamasını yaptı.

23 Ekim 2004 tarihli Radikal gazetesinde, bu önemli bulguyla ilgili şöyle bir haber yapılmıştı:

... Pavlis, "Şayet Dünya, etrafındaki uzay-zamanı eğiyorsa, yakınlardaki uyduların yörüngesi değişmeliydi" dedi ve bu düşünceden hareketle LAGEOS-1 ve LAGEOS-2 adlı uyduların yörüngelerindeki sapmayı lazer ışını kullanarak ölçtüklerini anlattı. Pavlis, "Her iki uydunun yörüngesinde de Dünya'nın dönüş yönünde yılda iki metrelik sapma belirledik. Ölçümlerimiz, görelilik teorisinden hareketle daha önce yapılan hesaplara yüzde 99 uydu" dedi. İtalya'nın Lecce Üniversitesi'nden Ignazio Ciufolini ve ABD'deki Dünya Sistemleri Teknolojisi Birleşik Merkezi'nden Pavlis, 11 yıl iki uydudan gelen lazer sinyallerini inceledi.

Einstein, uzay-zamanın maddeden ayırt edilemeyeceğini, maddi cisimlerin varlığıyla koşullandığını ve güçlü çekim gücü yaratan cisimlerin yakınında uzayın 'eğrildiğini' iddia etmişti. Einstein'ın teorisi şimdiye dek birçok açıdan doğrulandı…

Buraya kadar kısaca özetlediğimiz bilgilerden ortaya çıkan sonuç, zamanın algı olduğu gerçeğinin bir kez daha ispatlanmış olmasıdır. Bu gerçek, asırlar önce Kuran'da haber verilmiş bir bilgidir.

Zaman Algısı

Zaman algısı aslında bir anı başka bir anla kıyaslama yöntemidir. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz. Bir cisme vurduğumuzda bundan belirli bir ses çıkar. Aynı cisme beş dakika sonra vurduğumuzda yine bir ses çıkar. Kişi, birinci ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye "zaman" der. Oysa ikinci sesi duyduğu anda, birinci ses sadece zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece hafızasında var olan bir bilgidir. Kişi, hafızasında olanı, yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde eder. Eğer bu kıyas olmasa, zaman algısı da olmayacaktır. 

Aynı şekilde kişi, bir odaya kapısından girip sonra da odanın ortasındaki bir koltuğa oturan bir insanı gördüğünde, kıyas yapar. Gördüğü insan koltuğa oturduğu anda, onun kapıyı açması, odanın ortasına doğru yürümesi ile ilgili görüntüler, sadece beyinde yer alan bir bilgidir. Zaman algısı, koltuğa oturmakta olan insan ile bu bilgiler arasında kıyas yapılarak ortaya çıkar.

Kısacası zaman, beyinde saklanan birtakım hayaller arasında kıyas yapılmasıyla var olmaktadır. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapmaz ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz. Bir insanın "ben otuz yaşındayım" demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi olduğunu düşünmeyecek, sadece yaşadığı tek bir "an" ile muhatap olacaktır.

Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır. Zamanın göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte herşey birkaç dakika hatta birkaç saniye sürmüştür. 

Konuyu biraz daha açıklamak için bir örnek üzerinde düşünelim. Özel olarak dizayn edilmiş tek pencereli bir odada oturup, burada belirli bir süre geçirdiğimizi varsayalım. Odada geçen zamanı görebileceğimiz bir de saat bulunsun. Aynı zamanda odanın penceresinden güneşin belirli aralıklarla doğup-battığını görelim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, o odada ne kadar kaldığımız sorulduğunda vereceğimiz cevap; hem zaman zaman saate bakarak edindiğimiz bilgi, hem de güneşin kaç kere doğup battığına bağlı olarak yaptığımız hesaptır. Örneğin, odada üç gün kaldığımızı hesaplarız. Ama eğer bizi bu odaya koyan kişi bize gelir de, "aslında sen bu odada iki gün kaldın" derse ve pencerede gördüğümüz güneşin aslında suni olarak oluşturulduğunu, odadaki saatin de özellikle hızlı işletildiğini söylerse, bu durumda yaptığımız hesabın hiçbir anlamı kalmaz.

Bu örnek de göstermektedir ki zamanın akış hızıyla ilgili bilgimiz, sadece algılayana göre değişen referanslara dayanmaktadır. 

Kuran'da İzafiyet

Görüldüğü gibi zamanın göreceliği konusu ispatlanmış bilimsel bir gerçektir. Ancak yazının başında da belirttiğimiz gibi bu gerçek, yüzyılın başlarında Einstein'ın görecelik kuramı ile ortaya çıkmıştır. O döneme dek insanlar zamanın göreceli bir kavram olduğunu, ortama göre değişkenlik gösterebileceğini bilmiyorlardı. Ama ünlü bilim adamı Albert Einstein, görecelik kuramı ile bu gerçeği açık olarak ispatladı. Zamanın, kütleye ve hıza bağımlı bir kavram olduğunu ortaya koydu. Daha önce hiç kimse bu konuyu açıkça dile getirmemişti.

Kuran'da ise -Kuran'ın indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen- bu gerçek haber verilmişti. Kuran-ı Kerim ayetlerinde zamanın izafi olduğunu gösteren bilgiler vardı. Bu konuyla ilgili bazı ayetleri şöyle sıralayabiliriz: 

... Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (Hac Suresi, 47)

Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir. (Secde Suresi, 5)

Melekler ve Ruh (Cebrail), O'na, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (Mearic Suresi, 4)

610 yılında indirilmeye başlanan Kuran'da böylesine açık bir şekilde zamanın göreceliğinden bahsediliyor olması, onun İlahi bir kitap olduğunun bir önemli delillerinden biridir.

İzafiyet ve Materyalistlerin Büyük Yanılgıları

İzafiyet Teorisinin doğrulanmış olmasının önemli bir sonucu da materyalistlerin "mutlak zaman-sonsuz evren" iddialarının geçersizliğini bir kez daha ortaya koymuş olmasıdır. Materyalistler, maddenin yanı sıra zamanın da mutlak olduğunu, yani sonsuzdan gelip sonsuza gittiği yanılgısını savunurlar. Bu çarpık anlayışa dayanarak da kaderi, ahiret gününü, cenneti ve cehennemi reddetmeye çalışırlar. Oysa bugün modern bilim, maddenin olduğu gibi, maddenin bir türevi olan zamanın da maddeyle birlikte yokluktan var edildiğini ve zamanın da bir başlangıcı olduğunu ispatlamıştır. Aynı zamanda, zamanın izafi (göreceli-rölatif) bir kavram olduğu, materyalistlerin yüzyıllardır zannettikleri gibi değişmez ve sabit olmadığı, değişken bir algı biçimi olduğu da bu yüzyılda ortaya çıkmıştır. Zamanın ve mekanın izafiyeti Einstein'ın "İzafiyet" teorisiyle kanıtlanmış ve bu gerçek bugünkü modern fiziğin temelini oluşturmuştur.

Sonuç olarak, zaman ve mekan mutlak olmayan, başlangıçları olan, Allah'ın yoktan var ettiği kavramlardır. Zamanı ve mekanı yaratan Allah, elbette ki bunlara tabi değildir. Allah, zamanın her anını zamansızlıkta belirlemiş, tespit etmiş ve yaratmıştır. İşte materyalistlerin akıl erdiremedikleri "Kader" gerçeğinin özü de buradadır. 

Bizim için geçmişte yaşanmış ve gelecekte yaşanacak olan olayların tümü, zamana tabi olmayan, zamanı yoktan var eden Allah'ın bilgisi ve hakimiyeti dahilindedir.

Kuran'ın 1400 yıl önce bildirdiği ve iman edenlerin gönülden inandıkları gerçekleri bugün modern bilim de doğrulamakta ve Kuran'ın Allah'ın sözü olduğuna bir kere daha şahitlik etmektedir.


Alıntıdır...

QUANTUM DOKUNUŞU NEDİR?

Sevgi şifa enerjisinin transferini sağlayan evrensel bir titreşimdir.

Quantum-touch görülmeden inanılması imkansız bir şifa sistemidir.Etkileri öylesine hızlı ve olağan dışıdırki, hafif bir dokunuşla ağrıların azaldığını yada yok olduğunu, açık yaraların hızla kapanmaya başladığını,kemiklerin kendilerini yeniden düzenlediklerini görebiliriz.

Quantum-Touch'ı öğrenerek kendimizi güçlendirmek, yaşamımıza renk katmak için beden taramaları yaparak farkındalığımızı artırmak ve nefes tekniklerini öğrenmek yeterlidir.

Quantum-Touch için, işlevi gereği uyumlama tekniği diyebiliriz. Şöyleki: Bir odanın duvarlarına karşılıklı olarak iki sakraçlı saat yerleştirelim, ve değişik yönlerde çalıştıralım. Bir süre sonra her iki saatinde sakraçı aynı yönde çalışıyor olacaktır.

Aynı şekilde: sıcak bölgelerde akşam saatleri bazı yerlere kümelenip düzensizce yanıp sönen ateş böcekleri.Kısa bir süre sonra tek bir ışık olarak yanıp söneceklerdir. Bütün bunlar doğal olarak uyumlanmadır.

Quantum-Touch, iki değişik enerji frekansına sahip bedenin bir araya gelip, enerjisi düşük olanın yüksek olana uyumlanarak şifa sürecine girmesidir.

Binlerce yıldır bir çok kültür tarafından bilinen ve kullanılan yaşam gücünü sadece batı kültürü kabul edememıstir. Batı kültürü her şeyin niyesi ve ispatı olması gerektiğini düşündüğünden yaşam gücünü kabullenememişlerdir. Çünkü yaşam gücünü ölcebilecek aletleri yoktu, elle tutamıyor gözle göremiyorlardı ve kabul edilemezdi.Bu yaklaşam, dokunamadıkları,koklayamadıkları hatta boyutlarını ölçemedikleri için sevgi denilen o yüce evrensel enerjiyi yok saymak gibi bir yaklaşımdı.

Yaşam enerjisi insan zekasının üstünde bir zeka seviyesinde işler ve yaşayanla yaşamayanı ayırt eder.Quantum-Touch, nefesimiz yardımıyla çakralarımızda güçlendirip ellerimizle yönlendirdiğimiz çok güçlü ve hızlı sonuca varan enerji sistemidir. Evrende varolan ve farkında olmadığımız için yararlanmadığımız bu enerji hafif dokunuşlarlarla kendimizin veya başkalarının enerji frekanslarını yükseltip, vücudun kendi kendisini iyileştirmesine ve yaşam kalitesini arttırmasına aracılık eder.

Quantum-Touch’da Reiki’de olduğu gibi uyumlama yada sembol yoktur sadece bolca pratik gerektirir. Quantum-Touch eğitimi alıp nefes tekniklerini ve el pozisyonlarını öğrenen bir kişi, kendisine şifa verebildiği gibi yanındaki birine yada uzaktaki birine, yada birilerine ( aynı anda birden fazla kişiye şifa gönderilebilir) rahatlıkla şifa gönderebilir. Bu şifa fiziksel bedene olduğu kadar duygusal bedenede etki eder.



Nıye hasta oluruz

Tüm canlıların bedenleri mükemmel bir donanıma sahiptir. Ve tüm organlar,dokular insan zekasının cok üstünde bir ahenkle işlerler. Ne zamanki bu dokulardan yada organlardan bazıları zayıf düşerse ağrılar,sızılar başlar, bizde buna hastalık deriz. Oysa bedendeki enerji titreşim seviyesi zayıflamış denge bozulmuştur. Dengesi bozulan beden ahenk içerisinde çalışamıyacaktır.

Quantum-Touch genel anlamıyla uyumlama teknıgıdır. Bedenımızın duzensız calısan bölgelerinin duzenli calısan bölgelerine uyumlanmasını saglayarak sifanın gerceklesmesı için aracı olur. Quantum-Touch uygulayıcısı,quantum-touch tekniklerini uygulayarak kendi enerji frekansını en yüksek seviyede tutmayı öğrenmiştir Ellerini hasta bedene dokundugunda, o bedenin zayıf olan enerjisi kendisine sunulan bu yüksek rezonansa uyumlanacaktır. Bu sayede, rezonansı yükselen kişinin beden zekası şifa için gerekeni yapacaktır

Quantum-Touch ve uyku

Enerji verdiğimiz kişi gözleri kapalı vaziyette yattığı zaman genellikle birkaç dakika içinde uyumaya başlarlar. Bunlar çoğunlukla derin meditasyonda gibi olurlar.Çoğu kişiler dinlendirici bir uykuya girer, bazılarıda gözlerini hızla hareket ettirirler.

Bunu nasıl yaparsınız. Ellerinizi kişinin başının altına koyun, yada, bir elinizi alnına diğerini başının arkasına koyun ve enerjiye başlayın. Çoğu kişiler birkaç dakika içinde uykuya geçeceklerdir. Genellikle 5-6 dakika sonra göz hareketlerini izlemek mümkündür.

Bu metodu genellikle, kişi uyku problemi çekiyorsa, aşırı asabi durum varsa yada travma geçirmişse uygularız. Sonuç mükemmeldir.

Richard Gordon


Dokunmanın gücü

Yapılan araştırmalar, dokunmanın gizemli gücünü ortaya çıkarmışlardır. Dokunularak ( kucağa alınan, okşanan,elinde tutulan...vb.) bebeklerin, bu duygulardan yoksun büyüyen yaşıtlarına göre daha ıyı ve hızlı geliştiklerini, bağışıklık sistemlerinin daha güçlü olduğunu, yaşıtlarına göre daha az hastalandıklarını göstermiştir. Hatta dokunmadan yoksun büyüyen çocukların, ciddi duygusal bozukluklar yaşadıklarını saldırgan davranışlar sergilediklerini göstermiştir.

Sadece fiziksel bir temas olsaydı dokunmak,oyuncak bebeklerde karşılayabilirdi çocuğun dokunma ihtiyacını. Oysa, ağlayan bir bebeğe vereceğiniz oyuncak yada onun yatagı onu susturmaya yetmiyor ama anne yada baba kucağa aldığında dakikalar içinde ağıt kesiliyor. Sevdiklerimize , anne babamıza sarılmamız onlara en güçlü ilaç gibi gelebiliyor. Hatta annemizin başımızı okşaması rahatlamamızı sağladığı gibi genelde baş ağrımızıda gideriyor.

Peki, nedir dokunmadaki gizem.Burda söz konusu olan sıradan fiziksel bir dokunuş değil, sevgi ile yoğrulmus güzel bir enerjinin temasıdır. Bu da Yaşam gücü'dür.

Quantum-Touch ve Hayvanlar


Hayvanlarla çalışmak çok zevkli olabilir. Çünki, sevgilerini vermek için her zaman hazırdırlar. Onlar insan aıymaz, iyi kötü diye yargılamaz. Kendi hislerimize göre seçeceğimiz bölgeye sandwich pozisyonu en uygun pozisyondur.İlerleyen dakikalarda hayvan enerjiye ihtiyac olan bölgeyi elimizin altına getirecektir. Sadece bilmemiz gereken nokta enerjide yanlış yapamayız. Seanstan sonra alacağınız teşekkür sizi şaşırtacaktır.

-alıntıdır-

Telepati Nedir? Nasıl Yapılır?

Telepati: İki beyin arasındaki paranormal bilgi alış verişine verilen addır.Telepatiyle zihin okumayı birbirine karıştırmamak lazımdır.Telepatide bilgiyi alan kişi, veren kişi bilgiyi verdiği sürece alır.Bunun haricinde bilgi alamaz.Fakat zihin okumada alıcı kişi karşısındaki insanın haberi olmadan aklından geçenleri algılayabilir.Telepati yasal olan diğeri ise yasal olmayan diyebileceğimiz bir hadisedir aslında. 

İkinci olana bi nevi MindHacking ve ya BrainHacking diyebiliriz.Telepati ayrıca duygu yönüyle birbirlerine bağlı insanlarda çok görülen bir hadisedir.Hepimiz istemeden bir çok kez bunu başarmışızdır ama farkında değilizdir.Örneğin, severek beraber olduğunuz bir arkadaşınızı düşündüğünüzde onun sizi o an telefonla araması buna bir örnektir.Siz ona en düşük seviyede sinyaller göndermişsinizdir ve o sinyaller bu kişiyi uyarmış,O da sizi aramıştır.Siz bunun bir tesadüf olduğunu sanarsınız. 

Telepati her insanın çalışarak geliştireceği bir yetenektir ve çeşitli çalışma platformları vardır.Bu platformlardan en basiti de Zener kartları dediğimiz, birbirine benzemeyen 5 şekilden oluşan kartlardır.Bu şekiller Kare,Daire,Artı,Dalga ve Yıldızdan oluşumaktadır.Yıllarca süren telepati araştırmaları ve gelişim için bu kartlar kullanılmıştır. 

Alıştırmalara Geçiş 

Öncelikle size lazım olan şey alıcı mı yoksa verici mi olmak istediğinizdir.Bu kararı verdikten sonra sessiz bir mekanda telepati çalışması yapacağınız eşinizle bir süre zihninizi boşaltmanızdır.Hiç birşey düşünmeyin.Hiç bişey düşünmeyeceğinizide düşünmeyin! Sadece rahatlayın ve kendinizi salıverin.vücudunuz ve beyniniz çok rahat olmak zorundadır.Stres ve sıkıntı gibi negatif duygu dolu bir gün geçirmişseniz o gün bu çalışmayı yapmayın.Şimdi zener kartlarını hazırlayalım.PC den çizip yazıcıdan çıkarırsanız daha düzenli bir kart detesi elde edersiniz.Her şekilden 5 tane ve toplamda 25 tane kartınız olmalıdır.

Bu olayı yaparken her iki tarafta da bir kağıt ve bir kalem olmalıdır.Alıcı odanın bir ucunda ve verici de diğer ucunda bir masada ve ya uygun bi yerde oturmalılar.Verici kalmle masay vurarak ilk kağıdına konsantre olmalıdır.Kalemin sesini duyan alıcı şekli algıladıktan sonra tahminini kağıda yazıp yadığını belirtmek için o da kalemle işaret vermelidir.Buradaki amaç ortamda sessizliğin ve sukunetin bozulmadan 25 tahmini gerçekleştirmektir.Daha sonra verici ve alıcının kağıtları karşılaştırılıp sonuçlara bakılır.Konsantrasyon sırasında verici o şeklin alıcının zihninde olamsını istemeli ve düşünmelidir.Hızlı tahminler yapmayın ve gerçekten bi şeklin aklınızda canlanmasını ve ya içinize doğmasını bekleyin. 

Sonuçlar 

1) 5 doğru tahmin matematiksel olarak mümkündür ve rastlantısal sonuç sınıfına girer. 
2) 5-10 doğru tahmin telepatik yeteneğin su yüzüne çıkmaya başladığını gösterir. 
3) 10-15 adet doğru tahmin telepati yeteneğinizin olduğunu gösterir. 
4) 15-20 adet doğru tahmin alıcınında vericininde iyi uyum sağladığı ve güçlü telepati yapabildiklerini gösterir. 
5) 20-25 adet doğru tahmin profesyonellik aşamasıdır ve pek sık rastlanmaz. 

Meditasyon Nedir?

Meditasyon, bir şey üzerinde derin ve kapsamlı bir şekilde düşünmek demektir. Bir şeyin asıl gerçeğine kavuşmak amaç ve umuduyla, zihne dolan gereksiz fikirleri geri göndererek, o anda cevap beklenen sorunun açıklığa kavuşturulmasına çalışmaktır. Daha da açacak olursak insanın asıl ruhsal benliğiyle irtibata girmesidir. Asıl hedeflenen amaç budur... Ancak her zaman bu amaç gerçekleşmez...

Bu uygulama metodunun Hint Dinleri'ndeki ibadetlerin önemli bir kısmını teşkil ettiği söylenirse de, sadece Hint Dinleri ile kısıtlı kalmamıştır. Söz konusu teknikler birçok toplum tarafından kendi dinsel ve geleneksel anlayışlarına uyarlanarak kullanılmıştır. Meditasyon esnasındaki düşünme eylemi eforsuz bir eylem olaraktanımlanır... Kendiliğinden bir akış içinde, belli bir ilham alınarak yeni şeyler öğrenme ve kavrama imkanı sağlanabilir... Konunun bu yönü, çalışmanın sonuçlarıyla ilgili püf noktasını oluşturur.

Arzu edilmeyen sonuçlarla karşılaşılıp karşılaşılamayacağını belirleyen nokta işte burasıdır. Bu noktada deneyimcinin ruhsal kültürünün ve teorik bilgi düzeyinin çok yüksek olması gerekir...
Bu konuya tekrar döneceğiz...

Meditasyon esnasında zihin ve beden serbest tutulur. Düşünce bir an için, kendi konusunun dışına çıkma eylemi gösterirse, aklın müdahalesi ile sükûneti yitirmeden yeniden ilk konuya geri dönülür.
Burada esas olan: Sükunet içinde kalabilmek ve konuyla ilgili sezgileri alabilmektir...

Tufan öncesi uygarlıklardan olan Atlantis ve Mu Uygarlıkları'ndan tutun, eski Kristof Kolomb öncesi uygarlıklarından olan Aztek, İnka, Mayalar'a... Avusturalya yerlilerinden, Afrika Kabileleri'ne... Ve oradan da Avrupa ve Asya'daki toplumlara varıncaya kadar dünyanın hemen her yerinde kısmen metodları değiştirilerek ama temel metot aynı kalmak üzere, yaklaşık 100 civarında meditasyon yapma çeşidi vardır.

İslamiyet'in, Tasavvufi çalışmalarında ve özellikle de Sufi ekollerinde meditasyondan yararlanabilmek için, çok kapsamlı ve çok değişik teknikler geliştirilmiştir.

Bireylerin belli sırlara kavuşabilmelerine yardımcı olabilmek için bir zamanlar kullanılan bu teknikler, Sufi Okulları'nda, eğitilmekte olan öğrencinin üzerinde son derece yararlı sonuçlar meydana getirebiliyordu. Diğer toplumların inisiyatik gizli yani batini çalışmalarında olduğu gibi gerçekten de, bu teknikler Sufi Okulları'nda, bireyi özgür bir hale getirerek, bireyin kendisiyle, asıl benliği arasındaki köprüyü kurmasına yardım ediyordu.

Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir püf noktası vardır:
O dönemlerde uygulanan bu teknikler, bireyin içsel gelişmesinde, sırlara kavuşmasında ya da günümüz anlayışıyla ifade edecek olursak; "kendini tanıması" ve "kendini bilmesi" yolunda yapılan çalışmalarından sadece bir tanesiydi... Meditasyonla birlikte uygulanan ve birbirini tamamlayan başka çalışmalar da vardı.

Ancak şunu kesin olarak ifade etmemiz gerekir ki, o dönemlerdeki bu başarılı çalışmaların yürütüldüğü zamanlarda bile, bu çalışmalardan zarar görenler olmuştur. Ancak konunun bu yönü üzerinde yurdumuzda çok az durulmuştur...

Konuyu biraz açalım...
Bu tekniklerin son derece dikkatli uygulanması gerektiğini çok iyi bilen o devrin mürşitleri, müritlerini sürekliolarak kontrol ederlerdi... Zikir çalışmalarına hangi öğrencinin ne zaman başlaması gerektiğini, ne kadar süre ile günde kaç defa uygulaması gerektiğini ve bu zikir çalışmasında hangi öğrencinin hangi mantrayı kullanacağını büyük bir titizlikle belirlerlerdi. Zaman zaman tehlikeli bir gelişme fark ettikleri an, belli bir süre, o öğrenciye zikir çalışması derhal bıraktırılırdı. Hatta uygun görmedikleri bazı öğrencilerine hiç bir zaman zikir çalışmaları yaptırılmazdı.

Eski devirlerdeki bütün toplumlar, konunun ciddiyeti üzerinde ve doğurabileceği arzu edilmeyen sonuçlarla öğrencilerin karşılaşmamaları için büyük bir titizlikle durmuşlardır.

Örneğin Buda, öğretisini çevresine aktarırken; anlayışta, düşünmede, konuşmada, davranış biçimlerinde, geçim düzeninde, manevi çabada, konsantrasyonda ve son olarak da meditasyonda yapılabilecek yanlışlıklara insanların dikkatlerini çekmiştir.

Temeli aynı olmakla beraber, birbirinden oldukça farklı yaklaşık 100 civarında meditasyon tekniklerinin bulunduğundan sözetmiştik. Bunlardan belli bir bölümü zikre dayalı tekniklerdir. Yani seçilen bir kelime ya da cümlenin meditasyon esnasında tekrar edilmesi prensibine dayanır... Sufiler de böyle bir teknik kullanmıştır.

Sufi Okulları'nda Allah'ın isimleri, en çok kullanılan temel mantralardandı. "La ilahe illallah", "Ya hay" gibi mantralar; Sufi Dervişleri'nce en fazla kullanılan, tercih edilen zikirlerdi. Sufiler genellikle bir merkez etrafında daire şeklinde halkla oluştururlar; bazen oturarak, bazen ayakta ritmik hareketlerle toplu halde bu zikir çalışmalarını gerçekleştirirlerdi.

Sufilerin uygulamış oldukları zikir çalışmalarının başlıca iki şekli vardı:
Zikr-i Cehri dedikleri yüksek sesle uyguladıkları ve Zikr-i Kalb-i dedikleri alçak sesle veya tamamen sessiz içten söyleyerek uyguladıkları olmak üzere... Başlarındaki gerçekten bilgili ve konusunun ehli olan mürşitleritleriyle birçok Sufi Okulları, uzun yıllar çok başarılı sonuçların elde edildiği çalışmalarını sürdürmüşlerdi...

Fakat zamanla, işle - batınilikle meşgul olunan bu yerler, özelliklerini kaybetmeye ve dejenere olmaya başladılar. Belli bir süre sonra ise, tamamen dışla uğraşan yerler haline gelince de fonksiyonlarını artık göremez bir hale dönüşmüşlerdir.

Günümüzde artık böyle tarikatlar yok. Günümüzdekiler tamamen şeriatçı kisveleriyle batini hiç bir çalışma yapmaksızın siyasetle meşgul olmayı tercih etmişlerdir... Günümüzdeki bu şeriatçı tarikatlar, Sufiler'in etkin oldukları dönemde de vardı ve Sufilerle mücadele içindeydiler. Hatta Sufileri din dışı kişiler olarak göstermekteydiler. Günümüzde hala bu şeriatçı tarikatlar, geçmişte yapılan o batini çalışmaları şiddetle eleştirmeye ve karalamaya devam etmektedirler. Bu nedenle günümüzdeki şeriatçi tarikatlarla o devirdeki Sufi-ler'in karıştırılmaması gerekir. Sufiler batini bir gruptu... Daha sonraları onların da belli bir kısmı dejenere olarak şeriatçı bir kisveye bürünmüş olabilirler... Ancak o devirde durum farklıydı... Bu iki meselenin birbirine karıştırılmaması gerektiğini hatırlatmayı, kendime tarihi bir borç biliyorum.

Tekrar konumuza dönelim...
O ilk dönemlerindeki başarılı çalışmaların yürütüldüğü dönemlerde bile, zikir çalışmaları sırasında zihinsel dengesi bozulan bir çok öğrenci olmuştur... Bunlara yolun mecnunları ismi verilmiştir. Her Sufi Ekolü'nün mecnunları vardır. Bu neden böyle olmuştur... İşte zaten bunu ortaya çıkartmaya çalışıyoruz...

Şimdi geçmişteki uygulamaları bir kenara bırakarak, günümüzdeki meditasyon uygulamaların insanlar üzerinde meydana getirebileceği olumlu ve olumsuz etkilere kısaca bir göz atalım.

Uygun bir teknik seçildiği taktirde meditasyonun insanlar üzerinde sağlayabileceği olumlu etkileri maddeler halinde şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Vücut ve beyin üzerinde bir rahatlama etkisi.
2- Sinir sisteminin gerginlikten kurtularak daha dengeli bir zihinsel yapının oluşmasıyla, yaşam içinde karşılaşılan zorluklara dayanabilme ve bu zorlukların üstesinden gelme yeteneğinin gelişmesi.
3- Zihinsel ve fiziksel enerjinin artışı.
4- Sezgilerin kuvvetlenmesi ve içe doğuş tarzında bir takım bilgilerin kendiliğinden elde edilmesi...

Evet... Bunlar muhtemel olumlu etkiler olarak sıralanabilir...
Ayrıca düzenli olarak meditasyon uygulayan kişinin uykuya olan ihtiyacında bir azalma görülür ve daha az uyuyarak yaşamım sürdürebilir. Ancak şurası da bir gerçektir ki, herkesde meditasyon aynı etkiyi meydana getirmez.

Aynı metot bir kimsede gerek zihinsel, gerekse fiziksel yönde son derece olumlu gelişmelere sebebiyet verirken, yine aynı metod bir başka kimsede çok ciddi zihinsel bozukluklara sebebiyet de verebilir.

Günümüzde bunun hatırı sayılır derecede örnekleriyle karşılaşılmıştır. Bunun en büyük sebebi herkesin kendisine has farklı psişik ve fizyolojik bir bünyeye sahip olmasından dolayıdır. Bu nedenle her meditasyon tekniği herkesde aynı sonucu vermez.

Meditasyondan yararlanabilmek için herkesin bünyesine en uygun tekniği seçmesi şarttır.

Bu tekniğin seçilme işlemi, meditasyonu yapacak birey tarafından yapılamıyorsa, bu seçimin meditasyonu uygulatacak kişiler tarafından yapılması gerekir. Bilgi ve deneyimi bu seçimi yapmaya yeterli olmayanların bu işe kalkışmaları, son derece ciddi sorunların yaşanmasına sebebiyet verebilir.

En riskli çalışmalar ise, belirli kelimelerin tekrar edildiği mantraya dayalı metodların uygulandığı tekniklerdir.

Mantraya dayalı bir tekniğin uygulanmasında en fazla dikkat edilmesi gereken nokta, mantra olarak kullanılacak kelimenin titreşimsel yapısıyla, o mantrayı kullanacak kişinin psişik yapısının uyum içinde olup olmadığının tespit edilmesidir.

Bu seçim işini yapacak kişinin Duyular Dışı Algılamaları'nın son derece gelişmiş olması gerekir. En azından bir durugörü yeteneğinin olması şarttır...

Bir zamanlar bu seçim işlerini gerçekleştirebilecek düzeyde öğretmenler mevcuttu, ancak günümüzde tamamen ticari bir boyutta ele alınan yerlerde bu seçimin ne derecede yapılabildiği ayrı bir tartışma konusudur. Konunun ciddiyeti özellikle devlet yetkililerimiz tarafından biliniyor olsaydı, zannediyorum ki, bu tür rastgele uygulamalara belirli bir disiplin getirirlerdi. Bu, aynen tıp konusunda yeterli bilgi sahibi olmayan bir kimseye, beyin ameliyatını yaptırmak kadar tehlikelidir.

Diyelim ki, kişinin psişik yapısıyla doğru bir mantra tespit edilebildi. Ve bu mantrayla çalışılmaya başlandı... Risk artık bitmiş midir? Hayır... Bu sefer de bir başka risk kapıda beklemektedir...

Mantra olarak kullanılan sözcük seçildikten sonra o sözcüğün üzerine çok özel ve çok az sayıdaki insanın bildiği metodlarla, yoğun pozitif enerjiler yüklenir. Bu yöntemin temeli sizlere aktarılan suya manyetik enerjilerin yüklenmesine benzer.

Ve ondan sonra bu mantra birisine verilir. Sonra o da başlar bu mantrayı kullanmaya...

Ancak bu mantranın üzerine yüklenen enerji belli bir süre sonra tükenmeye ve karşıtına dönüşmeye başlar. Belli bir noktadan sonra mantranın üzerinde yoğun olarak negatif enerjiler birikmeye başlar...

İşte en büyük tehlike çanları da bu noktadan itibaren çalmaya başlar... Eğer anında farkedilmezse önüne geçilmesi mümkün olmayan zihinsel arazların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Özelllikle tekrar altını çizerek söylüyorum ki, hemen farkedilirse telafisi mümkün olan bu müdahalede biraz gecikil-diği taktirde, geriye dönülmesi ve düzeltilmesi mümkün olmayan zihinsel bozuklukların ortaya çıkması engellenemez.

Meditasyon yapan kişinin, böyle bir durumla karşılaştığını derhal anlayacak bir klavuza ihtiyaç vardır. Bu noktadan itibaren ya yeni bir mantra verilmeli ya da eski mantranın kullanılması gerekiyorsa, yeniden şarjedilmelidir.

Bütün bunlar meditasyon öğrettiklerini iddia eden günümüzün ticari kökenli yerlerinde uygulanabiliyor mu? Bu konuda da ciddi tereddütlerimizin olduğunu söylemek zorundayım...

Şimdi buraya kadar aktarmaya çalıştığımız bütün bu risk faktörlerinin 4/4 'lük halledildiğini bir an için düşünecek olursak bu sefer de başka bir meseleyle karşı karşıya geldiğimizi görürüz.

Diyelim ki; bütün şartları olumlu bir şekilde yerine getirebildiniz. Uygun bir teknik tespit ettiniz, başınızda da bu işten çok iyi anlayan uzmanlar var. Her şey halloldu mu?
Hayır...

Meditasyon çok eski devirlerden beri uygulanan kendim bilme çalışmalarındaki yöntemlerden sadece bir tanesidir diye bir tanımlama getirmiştiştik. Bu tanımlamayı kendi zihnimizde üretmedik. Bu tanımlamayla, eski batini çalışmaları birazcık dahi inceleyen hemen herkes karşılaşabilir. Tek başına uygulandığında kaş yapayım derken göz çıkartmak her zaman için mümkündür.

Meditasyon yapan bir kimsenin dışardan tesir ve etki alma kapasitesi genişler. Yani daha teknik bir tabir kullanacak olursak "psişik kanalları" açılır. Ne demek istediğimi bu konuda çalışanlar gayet iyi anlıyorlardır. Zaten unutmayın ki meditasyonda amaç kanalların açılmasıdır. Aksi taktirde meditasyonun asıl gayesi olan; insanı öz benliğiyle buluşturması mümkün olamaz.

İşte bu noktadan itibaren yine çok büyük bir başka tehlike çanlarının sesleri duyulmaya başlar. Açılan bu kapıdan çok farklı ve istenmeyen parazit enerjilerin girmesi her zaman için ihtimal dahilindedir.

Gene eski dönemlerden örnek vermemiz gerekecek... Eskilerden örnek veriyorum... Çünkü meditasyon eskilerde kullanılan ve doğrusunu söylemek gerekirse, günümüzde çok fazla geçerliği kalmamış olan bir yöntemdir.


Alıntıdır...