31 Ekim 2010 Pazar

YAKIN TARİHİN SAKLI MEDENİYETİ – İNKA (1)

VIRACOCHA’YA

Viracocha, Evrenin Efendisi!
İster eril ister dişil,
üremenin ve ısının komutanı her şekilde,
O tek bir olarak,
Sihrini tamamlar bir tükürüşte,
Hünerin nerede Senin?
Gizli misin şu oğlundan!
Yukarıda olabilir O;
Aşağıda da;
Uzayın boşluğuna yayılmış, bir ihtimal.
Nerede kudretli yargı tahtın?
Beni duy!
Yüksek sularda yayılmış belki O;
Alçak sularda ve kumsallarında, veya
Mesken edinmiştir kendine O.
Yaratıcısı dünyanın,
Yaratıcısı insanın,
atalarımca yüce addedilen,
gözlerim kifayetsiz Senin karşında,
hasret duymama karşın Seni görmeğe;
Seni görebilmek,
Seni tanıyabilmek,
Senden öğrenebilmek,
Seni anlayabilmek,
Görülebileceğim böylece Senin tarafından,
Tanıyacaksın böylece beni Sen,
Güneş – Ay;
Gündüz – Gece;
Yaz – Kış;
beyhude kibirden değil,
düzenli ardı sıra birbirinin,
ilerliyorlar düzenli adımlarla kararlanmış noktaya,
ilerliyorlar hedefe
Ulaşıyorlar
neresi ise
asil görevlilerin Senin
taşırsın sessizce hepsini sen,
Kulak ver bana!
dinle beni,
başıma gelmesin sakın
usanıp yorulmak
ve de ölmek:


VIRACOCHA’YA

Fetheden Viracocha!
Her daim var olan Viracocha!
Dünya üzerindeki eşsiz hünerinle!
O hünerin ki sürer dünyanın başlangıçlarından sonlarına dek
Yiğitliğin Senin söylemen insanlığa en ağır olan,
“Bu erkek olsun.”
Ve söylemen kadına,
“Bu kadın olsun.”
En ciddi olan budur ki onları yaratman.
Onları gözet ki yaşasınlar huzur içinde sağlıkta ve barışta.
Senin hünerin ki en yüksek cennetlerde,
ve şiddetli rüzgârların bulutları arasında,
bahşet onlara uzun ömür,
ve kabul et bunu kurbanımız olarak,
Yüce Yaradan.


PACHACAMAC’A

Yüce Pachacamac!
Sen ki ta başlangıçtan beri varsın,
Sen ki var olacaksın sona kadar,
güçlü ama bağışlayıcı,
Sen yaratmadın mı insanlığı şu sözle,
“Olsun insanlık,”
Korumadın mı bizi kötülükten,
esirgemedin mi hayatımızı ve sağlığımızı
hünerin Senin göklerde mi yoksa yeryüzünde mi?
İçinde mi bulutların yoksa derinliklerde?
Duy Sana yalvaran bu sesi,
kabul et onun dualarını,
Bahşet bize sonsuz hayatı,
esirge bizi, kabul et bunu kurbanımız olarak.

İNKA  MEDENİYETİNİN  ARAŞTIRILMASI  HAKKINDA

           Güney Amerika’nın başlıca üç medeniyeti; AztekMaya ve İnka hakkındaki bilgileri İspanyol fetihçilerin kayıtlarından elde ediyoruz. Bunlar tabii ki çok yanlı kayıtlar; böyle bir fethi haklı çıkarmak amacıyla bölgedeki idari sistemleri kötülüyorlar, tiranlıkla suçluyorlar, halkı kurtardıklarını iddia ediyorlar; halkın çok ilkel olduğunu, vahşi tapınma şekillerinin olduğunu vurgulayıp, onlara medeniyeti getirdiklerini iddia ediyorlar.

           Bu iddiaları Aztek ve Maya kayıtlarına başvurarak çürütmenin mümkün olmasına karşın, belki de fethin vahşetini en fazla yaşamasına rağmen İnka medeniyeti açısından, aynen Atlantis medeniyetinde olduğu iddia edildiği gibi, yazı sisteminin olmayışından dolayı böyle bir karşılaştırma mümkün olamamıştır. Bu da bizlere Filozof Jorge Angel Livraga’nın “Tarihi kazananlar yazar” sözünü anımsatıyor.
           Bu türlü kayıtlar söz konusu olduğunda, 1532-1592 yılları arasında yaşamış olan İspanyol asker ve araştırmacı Pedro Sarmiento de Gamboa’nın History of Incas - İnkaların Tarihi adlı kitabı karşımıza çıkıyor. Pedro SarmientoMeksika’da 2 yıl, Peru’da ise 20 yıldan fazla bulunmuş. Kitabı gözden geçirdiğimizde son derece yanlı olduğunu; “başlangıç mitosları”nın anlatımında, kitaptaki deyimle bu “barbarlar”ın halkı kandırıp tiranlıkları altında ezmek amacıyla bu mitosları nasıl organize olup uydurduklarını çok detaylı bir mizansenle aktarmış olduğunu, “İnkalar”ı (bu terim idareciler için kullanılıyordu) vahşi tiranlar olarak tanıtmakla kalmayıp, soy geçmişleri hakkında bazılarının evlilik dışı doğduklarını belirtmiş ve yer yer hakaret tarzı terimlere de yer vermiş olduğunu görüyoruz. Kitabın sonunda ise halkı bu vahşi, soyu belirsiz tiranlardan kurtaran misyonerlere övgüler yağdırıp zamanın idarecilerine; Justin II, İspanyol krallarına; Lovy the GothJohn III Supreme 1533Charles V ve dePapa Paul III’e de minnettarlığını belirtmektedir. Bütün bunlara karşın, sihirli bir yüzük ve sihirli mürekkep taşıdığı iddiasıyla Engizisyon tarafından tutuklanıp sonradan da serbest bırakılmıştır.

           Daha sonraları ise 1830-1916 yılları arasında yaşamış olan İngiliz yazar ve coğrafyacı Sir Clements Robert MarkhamSarmiento’nun söz konusu kitabını İngilizceye çevirmiş ve Incas of Peru adlı bir kitabı kendisi kaleme almıştır. Markham aynı zamanda 1893-1905 yılları arasında Royal Geographic Society - Kraliyet Coğrafya Cemiyeti’nin de başkanlığını yapmıştır.

           Bütün bunlar, kitapçıların raflarında Aztek ve Mayalar hakkında birçok esere rastlamamıza karşınİnka medeniyeti hakkında çok az kaynağa sahip olmamızı açıklamaya yeter sanırız. Pek tabiidir ki günümüz araştırmacıları belirgin şekilde yanlı olan kaynakları kullanmamayı yeğlemişlerdir. Biz ise tarihin bu sayfasını mümkün olduğunca tarafsız anlatmaya yönelik, bilimsel araştırmalardan ve tarafsızlaştırılmış metinlerden yararlanmayı uygun gördük. Maalesef bu kadarı tarihin nispeten yakın dönemini, ancak kabaca anlatmaya yetebiliyor. Uzun bir süre daha bu medeniyet saklı kalacağa benziyor. Nispeten yakın tarih diyoruz, zira çok daha geçmişe dayanan eski YunanHititSümer,AkadBabil ve hatta eski Mısır gibi medeniyetlerin çoğu hakkında daha fazla bilgiye sahibiz.

           Bu arada önemli bir noktaya değinmekte de yarar var. Orta Asya ve Türk halklarıyla Amerika yerlileri arasındaki kültür benzerlikleri fark edildiğinde, buna tek neden olarak çok eski devirlerde Orta Asya’dan Amerika kıtasına Bering boğazı yoluyla göç teorileri ortaya sürülmüş olmasına karşın olası diğer görüşleri de göz ardı etmemek gerekir. Bu iki ayrı bölge arasındaki dil benzerlikleri de hayli ilginçtir. Örneğin Mayaların koloni devri kutsal yazıtları Chilam Balam olarak adlandırılır. İnkalarda Atabaşlangıç ekli adlara rastlanmaktadır. Bu noktada Filozof Jorge Angel Livraga’nın[2] Thb adlı eserinde, “..... eski efsaneler, bilinen uygarlıklar ve Taş Devirlerinden daha önce yer alan ve iki uygarlık arasında geçiş dönemi oluşturan bir devirde, Atlantis adında bir kıtanın varlığından söz ederler. 850.000 yıl önce meydana gelen ..... bir dizi korkunç afet sonucunda, gezegenimizin çehresinde ve ekliptik düzlemine göre eğik olan ekseninde büyük değişiklikler meydana gelir.Büyük AtlantisHinduların Ruta ve Daitya dedikleri iki kıtaya bölünür ve dünyanın eksenindeki değişiklik nedeniyle Andsıradağları, Amerika ve bugün tanımladığımız şekliyle Avrupa’nın bir kısmı çıkar ortaya. ..... insanlık hemen hemen tamamen yok olur, geriye kalanların birçoğu barbar bir primitizm içine düşer. ..... uzun bir süre sonra ve günümüzden yaklaşık yedi yüz asır önce,Atlantis’in son kalıntısı, Platon’un da tarif ettiği ve görünüşe göre dünyanın başka yerlerinde de kolonileri bulunan Poseidonis adasıolarak çıkar karşımıza. ...” Filozof, Atlantis’in Son Prensi Ankoradlı eserinde de bu konuya değinir. Atlantis’in başına açtığı bu felaket sonrasında kurtulanların bir kısmının Güney Amerika ve dünyanın çeşitli bölgelerine göç ederek oradaki halklara medeniyetlerini taşıdıklarına dair de görüşler mevcuttur. Buna göre bir devrin sonlarında, şimdilerde ayrışıp değişik topluluklara bölünmüş bir halk topluluğunun, bir sonraki devrin başlangıcındaki başka bir halk topluluğuna kültürünü taşımış olması mümkündür.
  
İNKA’NIN KÖKENİNE DAİR[3]

           Eski Peru medeniyetleri takribi MS 700-1100 (Peru arkeolojik devirlerine göre) Middle Horizon - Orta Ufuk Dönemi’nde hüküm sürmüş olan TIAHUANACO ve 13. yy birinci yarısı - 1532 Late Horizon - Geç Ufuk Dönemi’nde hüküm sürmüş olan, TAHUANTINSUYU adıyla da tanınan İnka devletleridir. (İnka medeniyetini daha iyi kavrayabilmek amacıyla önceki medeniyeti de kısaca gözden geçirmekte fayda vardır.)

           Tiahuanaco şehrinin kalıntılarına bugünkü Bolivya’da, Titikaka Gölü’nün 21 km kuzeydoğusunda, deniz seviyesinden 4000 m yüksekteki Altiplano’da rastlanmıştır. Tiahuanaco rahip krallar tarafından yönetilen bir teokratik devletin başkentiydi. Bu devlet son milenyumun bitiş yüzyıllarında tüm güneyPeru’nun gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Etkisini barışçı bir yolla uçsuz bucaksız yüksek düzlüklerde olduğu kadar kıyı bölgelerde de göstermiştir. Böylece Tiahuanaco, zamanının askeri devleti olan Peru Andlarının Huari’nin (Wari) aksine pasifist (saldırgan olmayan) kültürel bir misyonu yerine getirmiştir. Bu döneme ait dinsel bulgular öncelikli olarak ve çoğunlukla arkeolojik bulgulara dayanmakla birlikte, 16. yy kronolojik kayıtlarının da katkısı küçümsenemez.

           Tiahuanaco dini, gökyüzü ve yıldırım tanrısı Viracocha kültüne odaklanmıştır. İlah genelde iki elinde değneklerle ve başının etrafında da bir hale ile tasvir edilmiştir. Hale, Tiahuanaco’daki meşhur Güneş Kapısı’nın üst tarafındaki alçak kabartmada ve seramiklerde resmedildiği gibi, güneş tanrısının niteliklerini akla getirmektedir. Buna karşın, değnekler Viracocha’nın geçmiş atası, ondan neredeyse bin yıl kadar daha eski olan Kuzey Peru’daki Chavin gökyüzü tanrısını hatırlatmaktadır. Ona eşlik edenler ise çeşitli sınıflardan ilahlar olup panter, akbaba, şahin ve yılan olarak tasvir edilmişlerdir.Viracocha, bariz derecede daha militan karakteristiklere sahip olmak kaydıyla, Huariler tarafından da baş tanrı olarak kabul görmüştür. Tiahuanaco’nun baş hükümdarı hem kral hem de yüksek rahip olarak kabul görmekle kalmayıp, Viracocha’nın yeryüzündeki vücut bulmuş hali olarak da tanımlanmıştır. (Kelm 1990: 524-528)
   Kronolojik kayıtlara göre Tiahuanaco vatandaşları Viracocha’lar olarak adlandırılmışlardır. Viracocha[4]; beyaz uzun elbiseler, sandaletler giyen, asa taşıyan, açık tenli, beyaz sakallı olarak da tarif edilmektedir. Ayakları altında uzanmış yatan puma vardır. Bu şekilde, barışsever bir tanrı olmasına karşın, korkunç jaguar tanrısını da alt etmiş olduğu betimlenmektedir.

           At üzerindeki Sen George’un mızrağıyla ejdere karşı savaşını da bizlere anımsatıyor. Kulmar bu betimlemenin Tiahuanaco’nun uzaklardaki savaşçı Peru kültürlerine karşı barışçı misyonunu akla getirdiğini belirtiyor. Sen George ve hemen hemen tüm mitoslarda karşımıza çıkan kahramanın iç savaşını da vurguladığı muhakkaktır. Efsaneye göre kısa elbiseli kötü insanlar kutsal göle gelipViracocha’yı giyim tarzından ve nazik davranışlarından dolayı alaya alarak kuzeye doğru sürmüşlerdir. Zaman içinde o da yüksek ovalardan kıyıya inmiş, bir gün mutlaka geri döneceğine söz vererek okyanusun üzerinde kaybolmuştur. (Sejourne 1992: 215, 258)












           1921 yılında, yaklaşık 25 yıl kronoloji kayıtları, dil bilimi ve arkeoloji bulguları üzerinde çalışmaları bulunan, bu yüzyılın ilk yarısının önde gelen Peru kültürleri araştırmacılarından Jose de la Riva-Agüero y Osma “Paleo-Quechuan İmparatorluğu Teorisi”ni yayınlamıştır. Bu teori esas olarak  Tiahuanaco’nun İnka mparatorluğu’nun ilk beşiğini teşkil etmiş olması ve İnka’nın[5] kendilerinin bir zamanlar göç etmiş olan Tiahuanaco halkının üst sınıfı olduğu hipotezi üzerine odaklanmaktadır. Riva-Agüero ayrıca; Quechuan’lar, Aymaran’lar veAraucanian’ların; benzer diller konuşan, antropolojik açıdan benzer olan, soyları aynı atalara dayanan bu genç halkların aynı kadim ulusa ait olduklarını da iddia etmektedir. Riva-Agüero bu atalar içinpaleo-Quechuan’lar terimini kullanmıştır. (Busto I s.a.: 186-194)

           Bu dönemde bile Aymaran’lar Titikaka Gölü etrafında yerleşmişlerdir. Kadim dönemlerdeki başka yerlerden göçlerinin ve buradaki halkı boyun eğdirerek göçe zorlamalarının arkeolojik izleri hâlâ duruyor. Arkeolojik bulgular da Aymaran’ların bu bölgelere daha sonradan başka bölgelerden göç ettiklerini desteklemektedir. Riva-Agüero’nun spekülasyonlarına göre, paleo-Quechuan’lar göçe zorlandıkları birçok bölgelerin yanı sıra İnka’nın daha sonraki yerleşim bölgesi olan Cuzco vadisinede sürülmüşlerdir. Kronolojik bilgiler İnka’nın ilk hükümdarı Manco Capac’ın Tiahuanaco’dan gelmiş olduğunu belirtir (Vega 1988: 34-37). Ayrıca Quechuan’larla Aymaran’lar arasında süregelen düşmanlığı, sürülenlerin istilacılara karşı duydukları öfke olarak tanımlamak mümkün olmaktadır.AgüeroQuechuan ve Aymaran dilleri arasındaki benzerliği ortak bir ilksel dile, ihtimalen paleo-Quechuan diline, dayandırmaktadır. Arkeolojik bulgular da Aymaran’ın dışarıdan göçünü doğrulamaktadır. Titikaka etrafındaki “chullpa”ların, gömü tepeciklerinin, Aymaran’lara ait oldukları sanılmakta. Buna karşın buralarda daha önce yaşamış olan Tiahuanaco’da aynı İnka gibi mumyalıyorlardı. Ayrıca Tiahuanaco’nun altın devrine ait olan çömlekler ile İnka’nınkiler de benzerdirler. Buna karşın Aymaran’ların seramik eşyaları oldukça farklıdır. Aymaran’ların giysileriQuechuan halkının giysilerinden daha kısadır. Agüero ve Kulmar’a göre bu durum, uzun elbiseliTiahuanaco’ların gidişlerine dair efsaneyi desteklemektedir. Kronolojik bilgiye göre Tiahuanaco’lar, Montesino’lar;  Tiahuanaco’nun rahip krallarıydı, veya başka bir deyişle de los amautas tanrılarının kültünü kurtarmak amacıyla ülkeyi terk ettiler (Busto I s.a.: 191). Yine aynı araştırmacıların görüşlerine göre bu durum İnka’nın, savaşçı Aymaran’lar “los piruas” tarafından Tiahuanaco’yu terk etmek zorunda bırakılan, üst sınıfa dayandığına dair başka bir kanıtıdır. İnka, Titikaka bölgesini önceki yuvası olarak görmüş ve Viracocha’ya onlara Cuzco şehrini yapmalarını söyleyen tanrı olarak saygı duymuşlardır. Daha sonraları iseViracocha’ya dayanan efsaneİnka dininde önemli olmuştur.

           Toparlarsak, Tiahuanaco kültürünün kurucularının,Quechuan’lar ve Aymaran’ların doğal ataları olan paleo-Quechuan’lar olduğunu söyleyebiliriz. Bir ihtimal, savaşçı Aymaran’lar, Tiahuanaco’yu 10.-11. yy’da çökertmişler ve üst sınıfın büyük çoğunluğunu kuzeye, Quechuan’a soy olarak yakın kabilelerin yerleşik olduğu dağ vadilerine sürmüşlerdir. Riva-Agüero’nun hipotezi Peru tarihçilerinin çoğunun benimsediği bir teoriye dönüşmüştür. Sonuç olarak İnkaTiahuanaco’nun kültürel ve genetik devamıdır.



















           Arkeolojik bulgulara göre; Quechuan mülteciler Cuzco vadisindeki soy olarak yakın hissettikleri kabilelere 12. yy’ın başlarında ulaşmışlar ve orada bir şehir devleti kurmuşlardır. İnka hükümdarıPachacutek Yupaqui savaşçı Chanca’ları bozguna uğratmış, diğer Quechuan şehir devletlerini idaresi altına almıştır. 1532’deki İspanyol istilasına kadar tüm Peru, kuzey Şili, kuzey Bolivya ve güneyEkvator bu büyük imparatorluk tarafından yönetilmiştir. Bu döneme ait dine ilişkin arkeolojik bulgular oldukça çoktur ve 16.-17. yy detaylı İspanyol kronolojileriyle de karşılaştırılabilir. (Kauffmann Doig1991: 78)

           İnka medeniyetinin en üst derecedeki ilahı başlarda Viracocha olarak tanınan ve sonralarıPachacamac adını almış olan göksel yüce varlıktır. Başlangıçta Pachacamac orta Peru’da Lurinvadisinin gök tanrısı olmasına karşın, adı İnka’nın gök tanrısına da verilmiştir.

           İnka devleti dininin esas tanrısı, güneş tanrısı İnti’dir. İnti, Quechuan’ın tabiat totemi veya belli bir kabilenin tanrısı da olabilir. İnka panteonundaki belli başlı başka bir ilah ise, Tiahuanaco’nun gökyüzü tanrısından ayrı olmasına karşın, orta Peru kabilelerinin yıldırım tanrısından adını almış olanyıldırım tanrısı İllapu’dur. İnka’nın kültür kahramanı addedilen ve halka kültürü getirdiğine inanılanViracocha, sonradan tekrar geri döneceğine söz vererek Pasifik’e doğru yola çıkmıştır (bizlere eski Mısır ve Yunan’daki Hermes’i anımsatıyor). (Kulmar 1999: 101-109)

           İnka mitleri “yaradılış mitleri” ve “köken mitleri” adları altında iki gruba ayrılır.

I. Kısaca Yaradılış Mitleri Hakkında
Dünya, Titikaka Gölü yakınlarında Viracocha tarafından yaratılmıştı. Büyük sel felaketinden sonra suların geri çekilmesiyle, Viracochayeryüzüne indi ve bitkileri, hayvanları, insanları yarattı; Tiahuanacoşehrini inşa etti ve dört dünya yöneticisini atadı. Bunların arasındanManco Capac, “Ursa Majör Dünyası”nın - “Kuzey Ufuk”un idarecisi oldu. (Busto II 1981: 7)

II. Kısaca Köken Mitleri Hakkında
           1. Ayar Kardeşler Hakkındaki Mitler
           Viracocha tarafından yaratılan 4 çift kız ve erkek kardeşler Pacaritambo dağındaki mağaradan dünyayı yönetmek üzere ayrılırlar. Bu sırada tüm dünya insanları medeniyetten uzak, cahil bir hayat sürüyorlardı. Bu yeni gelenler insanlığı organize etmeye başladılar ve onları on büyük topluluğa ayırdılar. Bu kavimlere önderlik eden erkek kardeşler onları doyuracak bereketli topraklar aramak üzere yola koyuldular. Onlar yanlarında kendilerine yararlı önerilerde bulunmaları için kutsal objelerle birlikte, Surtunpaucer - içinde güneş kuşunu barındıran renkli tüylerle bezenmiş uzun kafesi de taşıyorlardı (araş.: Bu da bizlere Musa ve kavminin 12 bölüm halinde tebernacle-çadır tapınak ve ahit sandığı eşliğinde, önderliğinde çölde ilerleyerek kendilerine yerleşebilecek bir toprak arayışlarını anımsatıyor - Eski Ahit-Exhodus). Uzun ve kısa konaklamalarla Cuzco’ya doğru ilerliyorlardı. Uzun yolculuk sırasında grup küçülmeye başladı; birbirleriyle çekişen kardeşler birini mağaraya hapsettiler, ikisi ise kaçmak isterlerken taşa dönüştüler. Sonuçta tek hayatta kalabilen kardeş Ayar Manco veyaManco Capac, kızkardeşi ve karısı olan Mama Ocllo ve ölen kardeşlerinin karılarıyla birlikte, Yaradan Viracocha ve Güneş Tanrısı İnti adına Dünyanın Kutbu olan şehri buldu ve halkıyla birlikte oraya yerleşti.

           2. Manco Capac ve Mama Ocllo Miti
           Uzun zaman önce yeryüzü yabaniyken, sefalet ve yoksulluk içindeyken, evli bir çift olan iki kardeş,Manco Capac ve Mama OclloTitikaka Gölü’nden yola çıktılar. Güneş Tanrısı İnti onları çevre halklarına medeniyeti öğretmeleri için görevlendirmiş ve onlara toprağın bereketini ölçüp uygun bir yerleşim yeri bulabilmeleri için altın bir değnek vermişti. Onların da böyle bir yer bulduktan sonra devleti kurup insanlara düzgün bir hayat yaşamayı öğretip güneş tanrısına ibadeti yaymaları gerekmekteydi. Yolculukları oldukça uzun bir zaman devam etti. Belli bir zaman sonra Cuzco vadisine ulaştıklarında altın değnek toprağın içinde yok oldu ve böylece Manco Capac halkına  ziraatı, toprağı sulamayı ve el işçiliğini öğretirken, Mama Ocllo ise kadınlara yün eğirmeyi, örmeyi ve dikmeyi öğretti. Manco Capac’ın kavmi zaman içinde “Hanan Cuzco” (Yüksek Cuzco) adıyla anılmaya, Mama Ocllo’nun akrabaları ise “Hurin Cuzco” (Daha Aşağı Cuzco) diye anılmaya başlandı. Şehir ve devlet Viracocha ve İnti, Güneş Tanrısı adına kuruldu ve böylece Cuzco’da Güneş Tapınağı inşa edildi. (Busto II 1981: 10-17)


Mitlerin Tarihi ve Arkeolojik Olarak Yorumu:
           Kulmar ve Maria Rotsworowski de Diez Canseco’ya göre bu mitler İnka medeniyetinin başlangıcının Titikaka Gölü olduğunu belirtmektedir (Rotsworowski 1988: 31-34); yine aynı araştırmacılar arkeolojik bulguların da zaten bu durumu doğruladığını belirtmektedirler. Dünyanın dört idareciye teslim edilmesi konusunda da, İnka devletiTahuantinsuyu’nun da dört büyük bölgeye ayrılıp dört ayrı vali tarafından yönetildiği belirtilmektedir.

           Akademisyenler bu iki mitin de aynı kaynaktan geldiği, ilkinin daha eski ve sözsel aktarıma dayandığı, diğerinin ise daha çok yazılı anlatıma dayandığı ve daha yakın bir tarihin anlatımı olduğu görüşünü desteklemektedirler.

           Bu iki versiyon da Ayar Manco veya Manco Capac’ın güneyden gelipCuzco vadisine yerleştiğini anlatmaktadır. Bu da devletin Tiahuanacoorijinine dayandığı fikrini ve Quechuan elit tabakasının Aymaran işgalcilerinden kaçışını desteklemektedir.

           Yine aynı araştırmacılar İnka’nın yuvasının Titikaka Gölü’ndeki Güneşin Adası’nda (La Isla del Sol) olduğu hipotezini ileri sürüyorlar ve arkeologlara göre de burasının üst sınıf Tiahuanaco halkınınyerleşim bölgesi olduğunu ilave ediyorlar. (Bu noktada, araştırmanın sonunda Blavatsky’nin [bak: dipnot 10] “Bir Gizem Ülkesi” seri makalesinden alıntı yaptığımız bölümde, “Küremizin en olağanüstü yersel çöküntüsünün ortasında yer alan Titikaka Gölü .....” şeklinde başlayan paragrafa dikkatinizi çekmek isteriz.) Görüşleri aktarmaya devam edersek; bu hipotez Manco Capac’ın güneş tanrısı tarafından yollanışını da açıklığa kavuşturmaktadır, zira bu ada “Güneşin Adası” adını güneş dinininİnka devlet dini olarak kabul görmesinden sonra almıştır.

           İlk versiyonda kardeşlerin insanları medenileştirmeleri için Viracocha tarafından gönderildiği anlatılmaktadır ve bu da ta ilk başlardan beri Viracocha’nın baş, esas tanrı olduğuna işaret etmektedir.

           Orijinal versiyondaki dört çift erkek ve kız kardeşler, Tiahuanaco’yu terk eden dört Quechuan kavmine işaret etmektedir. Evli çiftlerin bir kız ve erkek kardeşten müteşekkil olması ise, Quechuankavminin “exogamous”, dışarı gruplardan evlenme geleneğine sahip olmasına, bu toplumun iki“frateria”, kardeşlik grubundan oluşmasına; erkeklerin bir kardeşlik grubuna, kadınların ise diğer kardeşlik grubuna dahil olmasına yorumlanabilir. Bu da ikinci mitolojik versiyondaki Cuzco’nun,Yüksek ve Daha Aşağı kardeşlik gruplarını da açıklayabilmektedir.

           Arkeolojik verilere göre Tiahuanaco 10. yy’da Aymaran’lar tarafından yıkılmıştır. İnkaCuzco vadisine12. yy sonunda varmış olduğuna göre, yüksek ve kurak Altiplano[6]’dan Manco’nun altın değneğiyle nemli ve verimli mısır arazilerine, kendi kavmi içinde mücadele ederek ve dışarıdaki topluluklarla da savaşarak, ulaşması birkaç yüz yıl almış olduğunu göstermekte. (Bu hikâye Eski Ahit’te, Yahudi kavminin Mısır’dan çıktıktan sonra meyve ağaçlarının yetiştiği, balla süt akan verimli topraklara ulaşma çabasında gösterdiği mücadeleler ile büyük benzerlikler göstermektedir. Belki de Eski Ahit’in alışılagelmiş düz yorumundan başka yorumlarını da incelemek gerekmektedir. Örneğin başlı başına muazzam bir ilim olan Zohar[7]’ın Eski Ahit’teki bu bölüme ilişkin anlatımları incelenip karşılaştırılırsa, dünyanın belli bir devirdeki geçiş süreci de daha iyi anlaşılabilir, veya İnka gibi saklı kalmış medeniyetlerin şifreleri biraz daha çözülebilir diyebilir miyiz?)

           Her iki versiyon da Yaradan Viracocha ve Güneş Tanrısı İnti adına Manco tarafından bir şehir inşa edilmesiyle son bulur. Başta Yaradan Viracocha kadim Tiahuanaco halkının gökyüzü tanrısıydı ve zaman içinde kültü terk edilmişti. Buna karşın İntiİnka’nın kabile ilahıydı ve zaman içinde en yüce tanrı oldu.

           Daha sonraları panteonun baş tanrısının Pachacamac olduğunu Kulmar belirtmişti. Bundan sonraViracocha toplumun kahramanlık mitiyle özdeşleştirilmiştir, zira:

1-       Tiahuanaco halkının Viracocha kültünü Peru’da geniş çapta yaydığı gerçeği hiçbir zaman unutulmamıştır.
2-       İnka medeniyetinin göçü hakikaten gerçekleşmiştir.
3-       Gök tanrısı kültünün terk edilişi, Viracocha’nın terk edişi ve denize doğru yürümesiyle tasvir edilir.
4-       Viracocha’nın geri döneceğine dair verdiği yemin ise gök tanrısının kültünün aslına hiçbir zaman yok olmadığını, en sıkıntılı zamanlarında İnka’nın yine, aynı deus otious’da olduğu gibi, gök tanrısına dua ettiğini görüyoruz. (Kulmar 1999: 101-109)

           Böylece Manco Capac ülkenin ilk yarı ilahi yöneticisi olarak resmi İnka hanedan soyunu başlatmış oldu. Başlarda bu medeniyet “kabile”den farklı değildi. İnka medeniyetinin ilk imparatoru Pachacutek Yupanqui önderliğinde altın çağına ulaşması iki yüz yıl daha sürdü. (Busto II 1981: 22)
İki tanrıya birden adanmış bir şehir kurmak, fazlaca ihtiyatlı ve teokratik gözükmektedir. Tahuantinsuyu And devletinde: en yüce tanrı ViracochaManco’nun kavminin dünyayı yöneteceğini belirledi ve de Manco bunu uygulamaya Güneş Tanrısı İnti’nin irade ve rehberliğinde başladı. Böylece,İnka’nın medenileştirmeye yönelik misyonu teolojik bir nedene de dayanmış oldu. (Soriano 1990: 483-499)

           Aslında bizim bu son paragraftaki görüşe katılmamız hiç de mümkün gözükmüyor. Biliyoruz ki: bir devrin sonunda, yıkıntılar içinde doğum sancısı çeken yeni halk topluluklarına, bir önceki devrin halk topluluğunun bilgeleri tanrısal bir misyon üstlenerek, en seçkin bilgi birikimlerini adeta bayrak teslimi misali aktarmışlardır. (Aynı Jorge Angel Livraga’nın Atlantis’in Son Prensi Ankor’da hikâye tarzındaki aktarımıyla, batan Atlantis’in son medeniyetinin nasıl da canla başla, elinde kalan çok kısıtlı imkânlarla, yeni bir medeniyetin öncülüğünü yapabilmesi için, medeniyetin oradan yayılması içinMısır’a bir misyon yüklediğini görüyoruz. Muhakkak ki bu aktarımlar sadece bir yönde olmamıştır, Güney Amerika da bu aktarım merkezlerinden olmalı.) Yoksa, bu yeni halk toplulukları ilk ivmeyi kazanamadan nasıl her şeye sıfırdan başlayabilirlerdi? Bu mümkün olabilse bile insanın evriminin belli bir plan dahilinde gerçekleştiği de şüphe götürmez gerçektir.

           Bu durum nasıl bundan önceki devirlerde böyle olmuşsa, bundan sonrakilerde de aynı olması gerekmektedir, lineer gibi gördüğümüz dönenceli zaman ve evrim akışında bayrağı teslim etme misyonunu üstlenenler muhakkak olmalı.

           Yine Kulmar’a dönecek olursak:
           “Son olarak, bu köken mitleri, Quechuan’ların etnolojik merkeziyetçi dünya görüşlerini ortaya koyuyor: İnka kendi halkının tabii üstünlüğüne ve bilgeliğine inanıyordu; ve kaderinin, onlar kabul etse de etmese de, başka halkların gelişimlerine yardımcı olmak olduğuna inanıyordu.” (Nasıl da eski Mısır medeniyetinin tenkidiyle özdeş.)

           “Bu durum ülkenin ve başkentinin adından da anlaşılıyor. İnka İmparatorluğu’nun adı, Tahuantinsuyu; ‘pusulanın dört ana yönü’nü ifade ediyor (Vega 1988: 17) .....”, hatta bazı kronolojistlere göre de ‘kutup’u ifade ediyormuş. Bu bağlamda Türkçede kullanılan ‘ocak’ kelimesinin anlamına da dikkat çekmek isteriz.

           Nasılsa Kulmar çok detaylı ve sabırlı incelemeleriyle bizleri etkilemişken, bu araştırmanın sonunda istila zamanının taraflı araştırmacılarına; Vega’ya, Sarmiento’ya, vs kulak vererek, Tahuantinsuyu İmparatorluğu’nun emperyalistliğinden dem vurarak araştırmasını tamamlıyor. Bu arada İnka medeniyeti imparatorluğunun adı bizlerin kulağına hiç de yabancı gelmiyor, değil mi; Tahuantinsuyu. Ama lütfen, “İnka Medeniyetinin Araştırılması Hakkında” başlığı altında verilen bilgileri hatırlayalım ve artık neredeyse klişeleşmiş Bering boğazı teorisiyle yetinmeyip biraz daha geniş açıdan bakmaya çalışalım. Bir de şu her şeyi kendimize yorma kısırdöngüsünden çıkmaya bakalım... Ne demiştik; “..... bir devrin sonlarında, şimdilerde ayrışıp değişik topluluklara bölünmüş bir halk topluluğunun, bir sonraki devrin başlangıcındaki başka bir halk topluluğuna kültürünü taşımış olması mümkündür.”

Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder