Platonik aşk ile cinsel aşk arasındaki görünür çelişki güçlük yaratan bir konu olsa da çok güncel gelebilir. Ancak konu ile ilgili bazı veriler toplanmaya başlanıldığında şaşkınlıkla bu çelişkinin pek de modern zamanlara ait olmadığı ve insanın nerede ise zamanın başlangıcından beridir bu konu ile uğraştığı görülür. Aynı şekilde platonik aşk ile cinsel aşk arasındaki görünür uçurumun aslında var olmadığı ya da onunla çok ender olarak yalnızca felsefi bir düzlemde karşılaşıldığını görmek çok şaşırtıcıdır.
Filozoflar kadar bizler içinde kaçınılmaz görünen şeylerden biri, öncelikle aşkın ne olduğunu tanımlamaktır. Burada da yeni olmayan bir kaygı ile karşılaşırız. İnsan neredeyse tarihin başlangıcından beri aşka dair her şey ile, anlamı, amacı, derinliği ve özellikle de mutlulukla ilişkisi ile çok ilgili olmuştur. Sanki insanoğlu aşkı bulurken mutluluğu da buluyor gibidir. Lokman Hekim’in iksiri gibi her derde deva ideal bir kaynak aradığı söylenebilir.
Burada şaşırtıcı hiçbir yön yoktur. Aşk mutlulukla bir görülüyorsa ve bunlar birbirleriyle bağlantılı olarak kabul ediliyorsa her zaman biri veya diğeri için herkesçe bilinen bir arayış da kaçınılmazdır.
Antik filozoflar İnsanoğlu’nun sahip olmadığı şeyleri aradığını, bunlara sahip olsa arayacak hiçbir şey kalmayacağını söylerler. İnsanoğlu kendinde olmayanı özellikle de kendinde olmadığı için sever. Kendini eksik hissettiğinden kendisini tam olarak insan hissetmesi için önemli gördüğü şeylerin peşinde koşar.
ÇOK ANLAMI OLAN TEK BİR SÖZCÜK
Şimdi de soruna daha iyi yaklaşmaya çalışalım. Birey kendinde olmayanı arıyor ve kendinde eksik olanı seviyorsa mutsuzluğu nedeniyle ne aşktan ne de mutluluktan yararlanabilir. Bu da yüzyılımızın büyük paradoksudur. Bir şeyden ne kadar çok bahsedilirse bahsedilen şeyin eksikliği o kadar çok ortaya çıkar. Günümüzde aşk ve onun farklı yönleri ile ilgili sayfalarca yazı yazılmaktadır. Ancak birazcık kendi içimize, insanlığın içine, içinde yaşadığımız dünyanın kalbine dönüp de bakacak olursak içimizde pek az aşk olduğunu kabul etmek zorunda kalırız. Çok fazla sözcük ama çok az duygu. Aşkın eksikliğini duyduğumuzdan hepimiz onun peşinden koşmaktayız. Ona ulaşmak için her yolu denemeye hazırız: Modanın önümüzde doğru olarak gösterdiği yolu veya ayrımcılığın bizi zorladığı yolu. Ne olursa olsun yeter ki bu aşkı, vazgeçmemeye ikna edildiğimiz mutluluğu bulalım.
Tarihe bir bakış aşka farklı dönemlerde farklı bakış ve farklı tanımlar getirildiğini gösterecektir. Bu varyasyonlar her bir tarihsel duruma özgü olan fikirlere uyar. Bunlar da kendi evrimimiz sonucu hepimizin o an ihtiyaç duyduğu fikirlerdir. Ancak her zaman iki uç arasında salınırız: Platonik olarak adlandırılan tinsel bir aşk ve cinsel aşk dediğimiz fiziksel aşk. Sanki “aşk” sözcüğünün kendisi tek başına biri tinsel diğeri var olan bu iki kutup arasında yer alan sonsuz sayıdaki ilişkiyi açıklayabilirmiş gibi.
Tek bir sözcük yeterli midir? Bu tek sözcük insanoğlunun bu alanda yaşayabileceği veya yaşamak istediği her şeyi gerçekten anlatabilir mi? Bu da modern dillerin getirdiği problemlerden biridir çünkü bu diller teknik, maddi ve bilimsel şeyleri ifade etmek konusunda çok zengin olsalar da mahrem olanları ifade etmek için fazlasıyla fakirleşmişlerdir. Artık insani gerçeğin derinliklerine ulaşamazlar. Antik dillerde farklı aşk türlerini ifade etmek için insanda bu duyguya meyletme olasılıkları kadar sözcük vardı.
Aşkın eksikliğini duyuyoruz, bu yüzden de ondan bu kadar bahsediyoruz. Günümüzde tek bir sözcük bir kere de binlerce şeyi ifade etmek için kullanılıyor. Peki, aşkı yalnızca tek bir şekilde tanımlamak mümkün mü? O kadar farklı tanım var mı? Aşktan bahsedilmek için yüzlerce farklı yönünü hesaba katmak gerekir mi?
Aşk’ın, bir sözcükler veya tanımlar sorunsalı olarak özetlenemeyecek kadar zengin olduğunu düşünürüz. O kadar sonsuz varyasyonu vardır ki tek bir yaşamın tümüne yetmeyecektir. Buna rağmen onları tanım olarak adlandırmasak da bazı fikirleri çözümleyebiliriz.
İnsan’ın temas halinde göründüğü mitoloji evrenine girelim ve bizim etik ve estetik değerlerimize çok yakın bir uygarlığın beşiği olan Yunanistan’da aşk tanrısı olan Eros’un nasıl sunulduğuna bakalım.
Platon’a göre Eros en eski tanrıdır. Heykel ve resimlerde gördüğümüz, sürekli olarak insanları tuzağa düşürmek için fırsat kollayan o delişmen ve sempatik melek Eros’tan bahsetmez. Hayır, bu çok eski bir Eros’tur; İlksel Aşk, birleşmenin İlksel Gücü.
Mitolojiye göre dünyanın varoluşundan önce kaostan başka hiçbir şey yokken, her şey potansiyel halde iken ve hiçbir şey ortaya çıkmamış iken, her şeyi düzenleyecek, birleştirecek, ilksel biçim ve hayat verecek kapasitede dev bir güç, bir itki doğmuş. İlksel Aşk olan Eros’un gücünden bahsederken Platon yaşlı Eros’ değinir. Eros, evreni düzenledikten sonra onu çeşitli katlara ayırmaya başlamış. Gökyüzünün en yüksek ve ince planından inen birçok basamak çok somut, elle tutulur, görülür bir Dünya’ya, bizim yaşadığımıza iniyormuş gibi… Bu katlardan her birinde farklı bir aşk türünün, o seviyeye uygun Aşk ifadesinin olmasını sağlamış.
Ancak biz tüm seviyeler, için aynı sözcüğü kullanmaktayız. Mistik coşkuyu, insanın Tanrı’ya duyduğu aşkı, içindeki Tanrısal olanla temasa geçme ihtiyacını, uyum dolu olanın verdiği estetik coşkuyu, daha çok bilme ve Doğa’nın sırlarını çözme tutkusunu ifade etmek için aynı sözcüğü kullanıyoruz. Yine aynı sözcüğü çeşitli hoşlanma, şefkat duygularını diğer insanlara, bir şehre, eve, kitaba veya hayvana duyulan bağlılığı ifade etmek için de kullanıyoruz.
Tam aksine Eros’un Evren’de yarattığı basamakları göz önüne alırsak aralarında iki beden arasındaki aşkı ifade eden ve maddenin kendisinin de birleşmeye ve diğerine meyletmeye olan ihtiyacı, Aşk kelimesinin ne kadar zengin ve geniş kapsamlı olduğunu gösterir gibidir.
Mitolojiye göre yaşlı Eros aşağıya inerek farklı biçimlere girmiştir. Bunların en yaygını da oklarıyla Afrodit’e eşlik eden ve insanların en ufak bir dikkatsizliğinden faydalanarak onların kalplerini yakan ve onları yanlışlara sürükleyerek tarihin binlerce sayfasını dolduran Eros’tur.
Mitolojinin anlattıkları teolojik ve etik kavramların bir karışımı gibidir ama artık tanrıları bir kenara bırakalım ve günümüz dünyasına dönelim.
YABANCILAŞTIRAN BİR ÖZGÜRLEŞME
Bugün aşk denildiğinde sanki tek bir ifade biçimi buymuşçasına beden ve cinsiyetle kendini ifade eden bir tür psikolojik heyecan anlaşılır. Bu cinsel aşk anlayışı “modaya uygun olmayı” gösterirken platonik aşk ifadesi de eskimiş ve modası geçmiş bir şeyi çağrıştırmak için kullanılır. Platonik aşkı cinselliğin reddi ve gerileme olarak yorumlarız.
Modernizmin doruklarından biri gibi görünen bu cinsel atılım yeni kuşakların özgürleşmesinin bir ürünüdür. Bu özgürleşme varlıkla hiçbir ilişkisi olmayan, eski çağlarda kullanışlı olan ama artık gençlik için hiçbir şey ifade etmediklerinden değiştirilmeleri gereken tüm değerlerin reddedilmesiyle başladı.
Ancak Tarih boyunca defalarca olduğu gibi değerler yenileriyle değiştirilmemiş sadece ortadan kalkmıştır. Hemen ardından farklı bir şekilde yaşamamız gerektiğini fark ettiysek de nasıl yapılacağını bilmiyorduk. Kendini hem aşk hem de cinsellik yoluyla gösteren bu özgürleşme çok geçmeden bir tür zincirden boşalma halini aldı. Bunu söylerken bilinç veya zekanın müdahale etmediği bir zincirden boşalmadan, yeni ve yasak olana karşı duyulan bir tür tutkuya kendini bırakmadan bahsediyoruz.
68 Mayısı’nda Paris’te kullanılan şu anlamlı sloganı hatırlayalım: “Yasaklamak yasaktır” ; bir şey ne kadar yasaksa o kadar hoşa gider ve ne kadar yasaklanırsa o karda tercih edilir. Cinsellik o andan itibaren tabu olmaktan çıkmıştır.
Bu özgürleşme başka bir sonucu da beraberinde getirdi: Aşkın ereği kayboldu. Aşk mutluluk getirir mi? Cinsel aşk mutluluk getirir mi yoksa anlık tatminden başka bir ereği yok mudur? Gerçekten de mutluluk ile tatmin arasında bir fark var mıdır?
Cinsel sapkınlıklar gibi başka sonuçlar da ortaya çıktı. Çünkü özgürlüğün sınırları olmadığında önceden yasak ve çekici olan tüm şeyler çekiciliğini kaybetti. Doğa Yasaları dağılmaya başladı. Cinsellikle ifade edilen, bir kadın ve bir erkek arasındaki geleneksel aşk artık yıpranmış hale geldi. Bu aşk, artık kadın ve erkek olarak adlandırdığımız cinsiyetlerden uzaklaşan bazı biyolojik bozukluklarının bir tür hüzünlü klinik tablosu ve bir zihinsel hastalığa düşüş halini aldı. Gitgide daha güçlü duygulara ihtiyaç duyan bir psikoz başladı. Gençler gitgide daha erken açlık duymaya başladılar. Eskiden gençler aşk ve cinsellikle belli bir yaştan önce tanışmazlardı. Örneğin, Romalılarda oğlanlar erkek togasını (bir Roma kıyafeti) belli bir yaşta takarlardı. Kızlar doğanın belirlediği tempoda kadın olurlardı. Bugün artık böyle değil. Çocukların sanki çocukluk “gerçek” yaşam provasından başka bir şey değilmiş gibi konuştuklarını duyuyoruz. Yirmi yaşında yaşlanmak için yanıp tutuşuyorlar sonra da “Peki ya şimdi?...” diyorlar.
İşte büyük devrim buydu. Ama şimdi başka bir soru ortaya çıkıyor: “Peki ya platonik aşk nedir?”
Fiziksel aşk fiziksel bedenden kaynaklanıyorsa insan bundan fazlası olduğu için orada barınamaz.
AŞKTAN AŞKA
Bazen bize Yunanlı bir filozoftan kalan platonik aşk kavramının Yunanlılar için hiçbir sorun teşkil etmediğini düşünebiliriz. Aslında gerçek tamamen farklıdır. Aşk Platon’un dönemi dahil olmak üzere her zaman bir problem olmuştur. Bu problemler, o zaman da bugün karşımızda olan aynı ikiliklerdi. Platon gibi filozof olmanın yanı sıra insanlar için kendi çözüm ve yanıtlarıyla bir yol göstermeye çalışan herkes bu konuda kendi arayışına çıkar.
Platon, eğer aşk evreninin tüm ölçeklerinde kendini gösteriyorsa fiziksel ölçekte de göstermesinin meşru olduğunu savunur. Genellikle platonik aşk konusunda ki basitleştirici görüşümüz bu konuda cinsiyetin olmadığı ise de bu böyle değildir. Platon’un döneminde de kadınlar ve erkekler birbirlerini aramakta ve sevmekte, bu sevgiyi olabilecek tüm biçimlerde ifade etmeye çalışmaktaydılar. Oysa aşk kendini insanoğlunun tüm ölçeklerinde ifade ediyorsa zeka dolu bir çabayla daha aşağı iç güdüler yerine daha üstün, daha yakın ölçekleri vurgulayabiliriz.
İçgüdülerin kötü olduğu konusundaki fikrimiz de yanlıştır. Sadece onlarla daha yüksekteki başka bir şey arasında bir ayrım yapmaya çalışıyoruz. Eğer bugünkü halimize gelmeden önce bitkisel ve hayvansal yaşantıları aşmışsak bazı belirleyici özelliklerimiz olması mantıksal bir beklentidir. İçgüdüler hayvanlara özgüyse de insan da bunlardan yoksun değildir ama bunların üstünde de bir şeylere sahip olması gerekir. Platon’un Diyaloglar’ında söylediği de budur: Mutluluğu bulmayı sağlayan insana özgü bir aşk ifadesi arayışı, ne hayvanlara, ne ağaçlara ne de taşlara özgüdür. Sadece ve sadece insana özgü olan bir arayıştır. Platon bir romantikti ve açıklamalarını bu kadarla sınırlı tutmadı. Aşk’ta bazen üstün bazen daha aşağı özellikler arayışının dünya kadar eski bir probleme dayandığını söyledi.
Mitolojinin klasik dünyasında (bunlara gerçeğin entelektüel olarak anlayamayacağımız kadar büyük olduğu durumlarda başvuruyoruz.) bize binlerce yıl önce, Tanrı evreni yaratırken insan ruhlarının kendi kendilerine hayran olarak Dünya’da yaşamak üzere topluluklara bölündüğü anlatılır. Bölünen her ruh, sanki yarısını kaybetmiş gibi, bir şeyler kaybettiği hissine kapılmıştır. Bundan da kardeş ruhlar kavramı ve Aşk’ın tüm insanlar için bir zamanlar kendi parçası olanı ve artık bulamadığını bulma ihtiyacı olduğu tanımı çıkmıştır.
Aşk, kaybedilmiş birliğin aranması, zıtlık ve benzerliğin uyumundan başka bir şey değildir. Zıtlık çünkü her biri bir yarısını kaybetmiştir, benzerlik çünkü hiçbir ilişkisi olmayan iki ruhu bir gün bir araya getiren, birbirlerini yeniden bulmuşlar hissini veren benzerliktir.
Aşk kulağa çok romantik gelebilir, kendimizi savunsak da büyüsüne kapılırız. Hepimiz günün birinde kendi kardeş ruhumuzu bulacağımızı, kaybettiğimiz yarımızın ortaya çıkacağını umarız.
Platon, aşk kendini olduğundan farklı gösterebildiğinden bu bitmez tükenmez aşk arayışında temkinli olmamızı önerir. Bir ilahi Eros bir de dünyevi Eros vardır. Ruhu, bir zamanlar parçası olana aramaya iten birincisidir. İkincisi ise zevkten, cinsel tatminden, içgüdüden, amaca ulaşmak için her yolu mübah kılan o susuzluktan başka bir şey düşünmez. Gördüğünüz gibi bu sadece günümüze özgü bir problem değildir.
Yaşlanmaya, hastalığa ve ölüme mahkum bedenlerden başka hiçbir yerde duramayan bir aşk olan dünyevi Eros mutluluğa götürmez. Platon Aşk’ın ötesinde olduğunu ısrarla söylemiştir. Aşk bilgeliktir, Aşk Enerjidir, ve Aşk bildiğimiz, canlı olarak algıladığımız her ölçekte hatta cansızlarda bile yaşamdır. Tüm klasik filozoflar gibi Platon’da Aşk’ın özel bir biçiminin enerji olduğunu söylemiştir. Bir şeyin canlı olabilmesi için içinde enerji, birleşme, zeka ve uyum olması gerekir. Tüm bilgi dünyasında aşkın, adı Bilgelik olan çok özel bir biçimi bulunur. Bilgelik sadece verilerin toplanmasından değil, bir bilme, sırları çözme ve şeylerin nedenini bulma açlığından bahseder.
Enerji (Aşk olan) aslında maddesel değildir. Madde ve enerji birbirine dönüştürülebilse de günümüz bilimlerinde bunlar arasında ciddi bir ayırım yapılmaktadır.
Bilgeliğe gelince bu zeka değilse de zeka daha bilge olmamıza yardımcı oluyormuş gibi görünmektedir.
Böylece, Platon’un aşkla ilgili bu çok özel fikrini yakalamak için öncelikle maddeden önce enerjiyi, gücü bilgilerin toplamından önce Bilgeliğe ulaşmak gerekir.
Platon, dünyamıza hala çok uygun gelen bir değerler ölçeği belirlemiştir: Öğrencilerine, Aşkın özüne ulaşmak için hala bu alçak dünyada mı olduğumuzu, madde ve onun kurallarına tabi mi olduğumuzu, bilmekle uğraşmamak gerektiğini çünkü yükselmenin yolunu keşfetmeyi öğrenmeye çalıştığımız sürece bunun kötü bir şey olmadığı açıklar. Onu izleyen sayısız filozof oraya nasıl ulaşılacağını veya sırrın ne olduğunu açıklamaya çalışmışlardır.
Daha güzel bir bedeni görür görmez çok önemli bir şeyi fark ederiz: Fiziksel güzelliğin kökleri aslında çok daha derin ve çok daha yüce bir şeyde yatmaktadır. Hiç bu özel ve büyüleyici sırrı fark ettiniz mi? Birisinin güzel olduğunu ne zaman söyleyebilirsiniz? Birisinin güzel olup olmadığını belirlemekte kullanılabilecek kurallarla asla aynı fikirde olamayız.
Genel olarak bir kişinin sadece bedeninden, biçiminden, duruşundan veya saç ya da gözlerinin renginden kaynaklanmayan bir şeye sahip olduğunda güzel olduğu söylenir. Bu da beden aracılığıyla yansıyan ruh güzelliğidir.
Platon’a ayak uydurarak sadece güzel ruhlar değil bir de güzel eylemler olduğu söylenebilir. Belli jestler, hareketler, duygular ruhu tamamen doldurur ve güzelliğin sadece bedenin değil aynı zamanda ruhun da ötesinde olduğu ve güzelliği soluyanın olaylar, eylemler, bir enerji, yaşam olduğu söylenebilir.
Aynı şekilde Doğa yasalarındaki içkin güzellik de algılanabilir; mükemmeliyet derecesi, uyum ve düzeni. Aşktan bilime, sanata geçilebilir. Küçük bir adım daha atılarak Platoncular ve Yeni Platoncularla birlikte bedenlerin, ruhların, eylemlerin, bilimin kurallarının soyutlamasıyla kendiliğinden güzel olana, saf ideaya, soyut, net, mükemmel güzelliğe ulaşılabilir.
Platon’a göre aşk güzel, adil, iyi ve gerçeğe eşittir ve aşk başka türlüsünü yapamayacağından güzel, adil, iyi ve gerçek olanı arar, onun peşinden koşar.
İşte platonik aşk budur: Başka birisinde bizden eksilen Ruh’u, yani bizim için iyi, güzel, gerçek, adil olan her şeyi hayat geçiren birini bulmak.
AŞK’IN YENİDEN CANLANMASINA DOĞRU
Bu açıdan bakıldığında sayısız kavram değişir. Üremek isteyenler için Aşkın bir amacı da bu olabilir. Üremek sadece dünyaya yeni bedenler getirmek değildir, pek çok üreme tipi vardır. Fikirler, duygular, iffet gibi pek çok yeni şey üretilebilir. Böylece Platon’un gösterdiği aşk imkansız değildir veya cinsel aşkla bir çelişki yaratmaz ama ona ulaşmaya cesareti olan az sayıda insan için ellerinde sımsıkı tuttukları bir hazine gibi görülebilir.
Yaşam gariptir. Yeni bir ders almakta olan insanoğlunun ebedi öğrenme kaynağı olan tarihin döngüleri gibi. Yeni kuşaklara ne oluyor? Bize bir sürprizleri var. Yapılan sayısız kongre, toplantı, konferans, istatistik ve ankete bakacak olursak platonik aşk, sadakat, romantizm, tekeşlilik gençler için artık önemliymiş ve bunu ifade edecek cesarete de sahiplermiş gibi görünüyor.
Günümüzde en modern olan cinsel olan değil platonik olandır. Günümüzün gençleri tutucu olmuşlardır. Rafa kaldırılan şeyler onların gözünde değerli olmaya başlamıştır. Bugün, bu değeri kaybeden cinsel devrimdir çünkü sonuçları korkunç olmuştur. Üstelik biz de bunun bedelini ödemeye devam etmekteyiz. Bu çiftlerin başarısızlığında kendini gösterir: Bugün seni seviyorum ama yarın kim bilir kimi? Benim için her şeyden önemlisin ya da hiçbir önemin yok; sen diğerleri gibi koşulların gereğisin; sayısız boşanmalar; her türlü acı. Tüm bunların nedenini kimse itiraf etmese de her birinin gerçekten sevmeyi istemesidir. Tüm bu koşullar karşısında modern gençlik yeni bir devrim yapıyor: Eski olanı bırakarak yeni bir evrime fırsat tanımak, tarih tekerliğine bir dokunuşla her şeye yeni bir günden bakmak.
Bazı yazarların söylediği gibi gençler arasında sadece bekaretle ilgili bir radikalleşme değil (görünür tepkilerden biri bu olsa bile) daha derin, istikrarlı ve kendileri için temel ve önemli bir şeyleri temsil edecek birilerini sevmenin yeni önemini ifade eden bir arayış vardır. Bu aşkın bugün, yarın ve yaşam boyunca sürecek bir aşk olması gereklidir; insanın sevdiğiyle yaşlanmasının da hiçbir önemi yoktur çünkü bedenler kaybedilir ama Aşk asla.
İşte bu XX. yüzyılın sonlarının büyük keşfidir ve bu cinsel aşkın sözde özgürleştirmesine cevap olarak kendimizi Platon’un tarafında ilan ediyoruz.
Bir kez daha cinsel aşkın bir sonuç ya da belki ifade biçimlerinden biri olduğunu ama asla iki ruh, iki insanoğlu arasındaki paylaşım noktası olmadığını tekrarlıyoruz. Sonuç olarak cinsel aşk çok daha mahrem ve çok daha iç ve gerçek bir birleşmenin tamamlayıcısı olup psikolojik olanın kendini biyolojik olarak ifade edişidir. Artık iki kişi arasında bir anlayış olması, bunların bir diyalog, şefkat ilişkisi, sevgi, dostluk, kurmaları ve yaşamın temel şeylerini paylaşabilmeleri daha önemlidir.
Eğer psikolojik olanın biyolojik olandan üstün olduğu sonucuna vardıysak bundan da hareketle bir süre sonra tinsel olanın psikolojik olandan üstün olduğu sonucuna varabiliriz yani şefkat, anlayış, diyalog ve sevgi yıllar boyunca eskimeyen birleşmeler sağlar.
Tinsel olanın her şeyin üstünde olması durumunda insanoğlu ölümsüzlüğü, çiftleşmenin yeni bir yaşam yaratmaktan başka bir şey olmadığını keşfedecek ve her şeyin ötesinde her birimizin içinde çarpanın sonsuz yaşamdan başka bir şey olmadığını görecektir.
Hem tinsel hem de fiziksel olanı içeren platonik aşkın bakış açısından bakacak olursak temel bir hususu hatırlamakta fayda görürüz: Seven insan kendinde olmayanı atadığından ve kendinde eksik olanı bulmaya çalıştığından zenginleşir. Aynı bakış açısından bir tavsiyede de bulunabiliriz. “Sevenler Aşk’ın kendilerine ilahi bir şey getirdiğini hatırlasınlar çünkü seven, Eros’u içinde taşır”. Sevme becerisine sahip herkesin içinde bir tanrı yaşar.
Sevenler hatırlasınlar, biz de hatırlayalım: İçimizde ilahi bir şeyler, bir Eros, büyük A ile yazılan Aşk var.
* Delia Steinberg Guzman’ın şeylerin geçiciliği ve sürekliliği, yanılsama ve gerçek konularında makalelerinin bulunduğu “Maya’nın Oyunları” ve felsefi-psikolojik makalelerinden oluşan “Özgürlüğe Uçuş” adlı eserleri Türkçede yayınlanmıştır.
Yazar: Delia Steinberg Guzman
Kaynak: http://dergi.yeniyuksektepe.org.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder