31 Ekim 2010 Pazar

MARCUS TULLİUS CİCERO; HAYATI, ANILARI, DÜŞÜNCELERİ VE ESERLERİ

             
ÖNSÖZ
                                                                    
Cicero dönemi, Latin edebiyatının M.Ö. 70’ten M.Ö. 43’e kadar süren ilk parlak dönemidir. Dönemin siyasal ve edebi ortamına ünlü devlet adamı, hatip, şair, eleştirmen ve filozof olarak Marcus Tullius Cicero damgasını vurmuştur. Soyut ve karmaşık düşüncelere açık bir anlatım kazandıran Cicero, Latincenin edebi bir dil olmasını sağladı. 19. yüzyıla değin gerek Latince, gerek başka dillerde kaleme alınan düz yazı ürünler ya onun üslubuna bir dönüş ya da ona bir tepki niteliğindeydi.
Eserlerinde Cicero’nun eski Yunan felsefesini bütünüyle özümsediği ve eski Yunanca her bir kavrama, Latince bir karşılık bulmaya çalışarak, Latin dilinde felsefe yapmayı amaçladığı gözlemlenir. Faydacı ve uygulamaya yönelik bir ulusun düşünürü olan Cicero felsefi sorunlara, kurulu felsefe sistemlerinden seçtiği değişik görüşleri kendi öğretisinde birleştirerek yaklaşmıştır. Her bir felsefi eserinde, tek bir okulun öğretisini değil; Stoalı, Epikürosçu ve Akademialı öğretilerin birleşimini ele almıştır.
Cicero’nun retoriği belli bir düzende olan sanat türüdür. Dinleyiciler ile sözcükler arasında bir uyum kurmayı başarmıştı. CiceroBrutus’ta kendi örneğinden yola çıkarak bir hatibin taşıması gereken özellikleri şöyle sıralar:
Geniş edebiyat bilgisi, sağlam felsefe temeli, hukuk uzmanlığı, tarih kültürü, rakibini köşeye sıkıştırma ve jüriyi kahkahalarla güldürme yeteneği, tekil durumlara uygulanabilen genel ilkeler ortaya atma becerisi, hiddet ve acıma duygularını kışkırtma gücü, zekâsını her an can alıcı noktaya yöneltme ustalığı…
Roma’nın siyasal tarihinde Konsül sıfatıyla büyük bir rol oynayan Cicero cumhuriyeti yürekten savunmuştur. Daha önce ailesinden hiç kimse konsül olmamıştı. Dönemine göre, soylu kökenden gelmediği için hiç kabul görmedi. Cumhuriyet yönetiminde istikrarı sağlamak adına çok çalıştı; bunun için kendine düşmanlar edindi. Sezar’ın diktatörlüğüne her fırsatta karşı çıktı. Savaşı hiç sevmezdi, yine de orduya katıldı. Mahkemelere başkanlık yaptı, ünlü ve başarılı bir hukukçu oldu.
Hayatı boyunca tüm konuşmalarında ritmik düzen, yumuşak ve dengeli cümle yapısı, kelime ve deyimlerdeki özenli tercih kendini gösterir. Mahkeme salonlarında ve Roma senatosundaki özgürlük ve eşitlikten yana parlak konuşmalarıyla ünlendi. Bunlardan bazıları yazılı olarak günümüze kadar ulaşmıştır.
Monografimizde Romalı, ünlü devlet adamı, bilgin, hatip, yazar ve filozof Cicero’nun hayatı, düşünceleri ve eserlerine kısaca değinmeye çalıştık. Bu kısa monografimizde Cicero hakkında elde olan kaynaklardan derlediğimiz anılarını da ele aldık.

HAYATI
“Marcus Tullius Cicero, yaşamı boyunca cumhuriyetçi ilkeler ve sınıfların uyumu (concordia ordinum) uğruna savaşmış ünlü Romalı devlet adamı, söylev ustası, avukat, edebiyatçı ve düşünürdür. M.Ö. 106 yılında Arpinumlu zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldikten sonra, gerek Roma’da gerekse Yunanistan’da bir Romalının alabileceği en iyi eğitimi almıştır.
M.Ö. 87 yılında Roma’ya gelen Rodoslu Molon’un söylev sanatına ilişkin verdiği dersleri izleme olanağı bulan Cicero, M.Ö. 79’da üç yıl için gittiği Atina’da Ascalonlu Antiochos’un ve rhetor Demetrios’un derslerine katıldı. Epikurosçu Phaidros ile Academiacı Larissalı Philon’dan felsefe dersleri aldı. Rodos’ta ise Poseidonios’un ve Molon’un derslerine katıldı. M.Ö. 77’de Roma’ya hem söylev sanatı üzerine hem de felsefe konusunda bilgilerini geliştirmiş olarak döndü.
M.Ö. 75’te quanestor, M.Ö. 69 yılında aedilis, M.Ö. 66’da praetor ve M.Ö. 63 yılında consul olarak kamu görevlerini yerine getiren Cicero konsüllüğü sırasında, devletin yıkımı üzerine tasarımları bulunan rakibi Lucius Sergius Catilina’nın suikast planlarını haber alınca, aynı yıl 8 Kasım’da onun aleyhine ilk konuşmasını Senato’da gerçekleştirdi. Aynı gece Catilina, Roma’yı terk etmek zorunda kaldı. Catilina’nın suikastçi arkadaşları, Caesar’ın karşı çıkışına rağmen idam edildi.
Catilina suikastini önlediği için, Catulus’un pater patriare (vatanın babası) olarak adlandırdığı Cicero’nun siyasal yaşamı hiç planladığı gibi yürümedi. Başarısızlıklar ve hayal kırıklıkları birbirini izledi. Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Caesar, Pompeius ve Crassus’dan oluşan siyasal birliğe katılmaması, dine saygısızlık suçundan yargılanan ve kendisinin de aleyhine tanıklık ettiği Clodius Pulcher’in sonradan tribunus olması ve kendisini haksız gerekçelerle sürgüne gönderme kararı, onun çok sevdiği vatanını terk edip önce Thessalonile’ye sonra Illyria’ya gitmesine neden oldu.
M.Ö. 57 yılında Tribunus Milo tarafından Roma’ya çağırıldığında, adına görkemli bir karşılama töreni düzenlendi. Pompeius’un zorlaması sonucu M.Ö. 56 yılında Pompeius, Caesar ve Crassus’un kurduğu yeni birliğe, önceleri tamamen karşı çıkmasına rağmen katıldı. Ancak inanmadığı düşünceleri fazla savunmak istemedi ve bütün kamu görevlerini terk etti. M.Ö. 51 yılında, Roma’dan uzaklaşmak için, Anadolu’nun Kilikya eyaletine bir yıl süreyle vali olarak atanmayı kabul etti. Geri döndüğünde, Caesar ile Pompeis’u Roma için dövüşürken buldu. 17 Mart’ta Pompeius İtalya’yı terk etti. Caesar’ın diktatörlüğünü asla kabul etmedi ve onun Pompeis’la giriştiği savaşı sona erdirmesi gerektiğini defalarca söylemekten de yılmadı. Caesar 15 Mart 44’te öldürüldüğünde o senatoda bulunmuyordu. Bu olaydan sonra çıkan kargaşayı denetim altına alan Marcus Antonius’a karşı, Caesar’ın evlatlığı Octavianus’u ve onu sonuna kadar destekleyen senatoyu kışkırtmayı tasarladı; çünkü Cicero, Octavianus’u pek zeki bulmuyordu ve ondan kurtulmanın kolay olacağını düşünüyordu. Ancak, Gallia Cisalpina’ya bir suikastçının peşinden giden Antonius’un yenilgiye uğraması onun tasarılarını alt üst etti. Antonius’tan kurtulan Octavianus 14 Ağustos’ta konsül olmak için Roma’ya doğru yola çıktı. Daha sonra kurulan Octavianus, Antonius ve M. Aemilius Lepidus’un triumvirliği (üçler meclisi) Cicero’nun öldürülmesi kararını aldı ve ünlü Romalı 7 Aralık’ta Formiae’da (Latium kıyısında bir kent) öldürüldü. Bir zamanlar konuşmalarını gerçekleştirdiği rostrum’da (forumda, oratorların konuşmalarını yaptıkları kürsü) ne yazık ki bu kez elleri ve başı sergilendi.
Üstlendiği kamu görevlerinde adil davranışları ve dürüstlüğüyle halkın sevgisini kazanan Cicero, aldığı söylev sanatı eğitimini iyiyi ve haklıyı savunmakta kullanırken haksızlık edenleri gözünü kırpmaksızın, üstelik olayla ilgili ayrıntıları abartarak ve söz oyunlarına başvurarak, mahkûm etmek için kullanmaktan hiç kaçınmamıştır. Örneğin, M.Ö. 76 quaestor olarak Batı Sicilya’da görevine başladığı sırada, dönemin valisi Verres’in halktan haksız yere vergi topladığına ilişkin şikâyetler alınca, In Verrem (Verres’in Aleyhine Söylev) başlığı altında topladığı söylevleriyle Sicilyalıları savunmuş, Verres’i mahkûm etmiştir. M.Ö. 80 (ya da 79) yılında, babasını öldürme iddiasıyla yargılanan Sextus Roscius’u ise öyle başarıyla savunmuştur ki bu savunma Roscius’u kurtardığı gibi kendisinin de bu alanda ün kazanmasına yol açmıştır. Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi, Catilina suikastına ilişkin verdiği In Catilinam adlı söylevi Cicero’nun bu alanda başarı kazanmasını sağlayan söylevlerin başında gelir.”[1]
“Roma düşünce tarihine, Eski Yunan idealleri ile Roma'nın özgün toplumsal-düşünsel yaşamının bileşiminden oluşan kalıcı eserler bırakmıştır. Özellikle M.Ö. 44-45 yılları arasında kendisini bütünüyle felsefe çalışmalarına verdiği gözlemlenir. Bunun nedeni, bu döneme kadar geçirdiği siyasal-sosyal sıkıntılar, ateşli bir cumhuriyet taraftarı olması nedeniyle, Caesar'ın diktatörlüğü altında siyasal alanda etkinliğini sürdürememesi ve her şeyden öte, yaşamını altüst eden kızı Tullia'nın ölümü olarak özetlenebilir.
Cicero gençlik yıllarından başlayarak, Epikurosçu Phaedros, Zeno, Akademialı Philon, Antiokhos, Stoalı Posidonios ile Diodotos'tan aldığı dersler ve arkadaşlarının istekleri sonucunda, çok kısa bir süre içinde epistemoloji, ahlak ve teoloji alanında kalıcı eserler ortaya çıkardı. Bu eserlerde, Cicero'nun, Eski Yunan felsefesini bütünüyle özümsediği ve Eski Yunanca her bir felsefi kavrama, Latince bir karşılık bulmaya çalışarak özellikle Latin dilinde felsefe yapmayı amaçladığı gözlemlenir. Faydacı ve uygulamaya yönelik bir ulusun düşünürü olan Cicero, felsefi sorunlara eklektik (seçici) tarzda, kurulu felsefe sistemlerinden seçtiği değişik görüşleri kendi öğretisinde birleştirerek yaklaşmıştır. Her bir felsefi eseri, tek bir okulun öğretisini değil, Stoalı, Epikurosçu ve Akademialı öğretilerin birleşimini içeren, Roma felsefesinin özelliklerini içeren yapıtlardır.”[2]
“Cicero’nun bu eserleri ile amacı Eski Yunan’ın Sokrates-Stoa çizgisi doğrultusundaki düşüncelerini kendi yurttaşlarına anlatmak ve Roma’ya uygulamaya çalışmaktı. Ona göre Roma değişmekte, bozulmakta idi; bir çözülme sürecine girilmişti: “Roma görünüşünü değiştirmişti, artık ne cumhuriyet ne de senato vardı; hiçbirinde saygınlık kalmamıştı.”  Bunun nedeni eski erdemlerin ve geleneklerin, kısaca ahlaksal yapının bozulması idi.  “Adı olup da kendisi olmayan Cumhuriyet’in gerçekliğini yitirmesinin suçu, talihsizliğimizden değil, ahlaksal eksikliklerimizdendir” diyen Cicero, Cumhuriyet’in yani Roma’nın kurtuluşunu eski geleneklerin canlandırılmasına bağlamakta idi.”[3]
      
ANILARI
“İtalya'da, Arpino'da doğan Cicero 26 ya şındayken, babasını öldürdüğü savıyla haksız yere suçlanan Sextus Roscius'un savunmasını üstlenince her yerde tanındı. Diktatör Sulla' nin kölelerinden biri, efendisinin düşmanı olan Sextus Roscius'u ortadan kaldırmak amacıyla bu suçlamayı uydurmuştu ve Sulla' nın korkusundan hiçbir avukat Sextus'u savunmak istemiyordu. Cicero davayı üstlen di ve jüriye "suçsuz" kararı verdirmeyi ba şardı.

Cicero M.Ö. 75'te Roma ile Sicilya arasındaki tahıl ticaretinin düzenlenmesi için devlet gö revlisi olarak Sicilya'ya gönderildi. Burada ticaret ilişkilerindeki dürüst ve sağduyulu tutumuyla Sicilya halkının güvenini kazandı. Beş yıl sonra, rüşvetçi vali Verres'e karşı açıla cak bir davada halk, Cicero'dan yardım istedi. Cicero'nun suçlamaları öyle etkili oldu ki, ken dini savunamayan vali kentten sürüldü.

Sicilyalılar kendilerine büyük baskılar yapan bu validen kurtardığı için Cicero’yu ödüllendirmek istediler. Bunun için kendisine bir gemi yükü buğday gönderdiler. Avukatların ödül almasını yasaklayan Cincia Yasası’na olan bağlılığından ötürü Cicero, bu büyük armağanıpleb ambarlarına bağışladı. Tok gözlülüğünün belirtisi olan bu davranışının M.Ö. 69 yılında aedilis görevine getirilmesinde büyük payı oldu. Ayrıca Verres Davasında gösterdiği başarı, avukatlık ününü pekiştirdi ve birçok davanın savunmasını aldı. Davalardan elde ettiği gelire, devlet adamlarına yaptığı danışmanlıktan kazandıklarını (Cluvius, M.Ö. 44 yılında ona Puzzuoli’deki villasını bırakmıştı.) ekleyen Cicero bu sayede, Roma’da Palatinus’taki evinde ve çeşitli villalarında çok varlıklı bir yaşam sürdü.    

M.Ö. 66'da Cicero praetor yani yüksek yöneti ci oldu. Roma'da ayrıcalıklı sınıfın üyeleri patriciler, soylu olmadığı için Cicero'dan hoş­lanmıyorlardı. Ama rakibi olan genç ve soylu Catilina'yı tehlikeli bularak Cicero'nun 63'te konsül seçilmesini desteklediler. Konsül olduğu yıl Catilina'nın önderliğinde çıkan ayaklanma Cicero'nun zeki ve soğuk kanlı yönetimi sayesinde bastırıldı. Julius Caesar ‘ın karşı çıkmasına rağmen suikastçılar idam edildiler. Devleti kurtardığı için Cicero’ya, "Ülkenin Babası" unvanı verildi.”[4]

“M.Ö. 61 Ocak’ında Pompeius’un geri dönüşü, Cicero’nun kendine duyduğu güveni daha da arttırdı. Öyle ki, Damia (Kybele onuruna düzenlenen şenlikler) kutlama törenlerini bozan skandalı yarattığı gerekçesiyle Clodius aleyhine açılan davada (Bu dava beraatla sonuçlandı.) aleyhte tanıklık etti. Cicero’nun durumu, kötüye gidiyordu; çünkü biraz sonra, M.Ö. 60 yılında Pompeius, Crassus ve Sezar arasında ilk triumviratus’un kurulması, Clodius’un M.Ö. 58 yılı için tribunatus plebseçilmesi sonucunu doğurdu. Yeni trbunusun ilk işi ise, bir Roma yurttaşını halkın rızası olmadan ölüm cezasına çarptıran ve bu işte suçu sabit görülen her Romalının ölüme mahkûm edileceğine ilişkin yasayı oya sunmak oldu. Böyle bir tehdit karşısında Cicero Roma’dan uzaklaştı (M.Ö. 20 Mart 58). Malları Clodius tarafından açık arttırmayla satıldı ve evi yıktırıldı. Cicero Roma’ya ancak M.Ö.57 yılı Ağustos’unda konsüllerin çağrısı üzerine geri döndü. Senatoya olan minnettarlığını söylevlerinde dile getirdi. (De Reditu, De dorno, De haruspicum responsis)”[5]

“M.Ö. 49'da başlayan Pompeius ile Julius Caesar arasındaki iç savaşta Cicero Pompeius'un yanında yer aldı. Barış zamanı Roma'ya geri dönmesine izin verildiyse de savaşı kazanmış olan Sezar'ı hiç desteklemedi. Sezar'ın dikta törlüğü boyunca ve ölümünden sonra kısa bir süre toplumsal yaşamdan elini eteğini çekti ve kendini felsefeye verdi.”[6]
        
“M.Ö. 44 yılında Caesar öldürüldü. Bu dönemde Cicero’nun popülaritesi arttı, Senato'nun en güçlü, en sözü geçer adamı haline geldi. Sezar'dan sonra giderek güçlenen Marcus Antonius'yi sevmiyordu. Yine de Marcus Antonius ve Cicero dönemin en güçlü iki adamı olarak diğerlerinden daha öne çıkıyordu. Caesar'ın veliahdı Octavianus İtalya'ya varınca, Cicero Antonius'a karşı onu savunmaya başladı. Sürekli Antonius'u eleştiriyor, Octavianius'u ise övüyordu. Senatus'u da Antonius'a karşı kışkırtmıştı. Cicero'nun ününün doruğuydu bu dönemler. Zamanla Cicero'nun Antonius'a olan kini arttı, kafasındaki plan hem Octavianus hem de Antonius'u aradan çıkarmaktı. Ama bu ikisi Lepidus ile beraber ikinci Triumvirliği kurunca, Cicero'u devlet düşmanı ilân ettiler. Cicero kaçtı, fakat yakalandı. M.Ö. 43 yılının 7 Aralık günü başı kesilerek idam edildi. Başı ve elleri Forum Romanum'daki Rostra'da gösterildi.”[7]

DÜŞÜNCELERİ
Doğal Hukuk Kavramı:
“Cicero’nun hukuk anlayışının temelinde Stoacı felsefe yatmaktadır. Ona göre hukuk insan istencinin eseri değildir, yasaların kaynağını doğada ve insanın doğasında aramak gerekir.  Bu kaynak insan ile Tanrı’nın ortak öğesi olan akılda belirir. “Yasa yapılacak ve yapılmayacak olanı buyuran, bizim doğamıza işlenmiş yüce akıldır.” diyen Cicero, akıl ile özdeşleştirdiği yasayı doğadan türetip doğal hukuk anlayışını ortaya koyar.
Doğaya uygun olarak bütün insanlar için geçerli olan, aynı kalan ve değişmeden sonsuza dek süren gerçek bir yasa vardır. Bu doğru akıldır. Bu yasa buyrukları ile insanları ödevlerini yerine getirmeye iter, yasaklarıyla da hata işlemekten alıkoyar. Akıl yoluyla kavranan, doğaya uygun düşen ve her kişiye doğrudan seslenen bu yasanın çağrısına, kendini bilen hiçbir insan uymazlık edemez. Çünkü doğal yasa Tanrısal aklın ürünüdür.  Gerçek yasa, gücünü insanoğlundan değil de doğadan, Tanrılardan aldığı için kendini bütün olarak kabul ettirir. Bölünmesi, değiştirilmesi düşünülemez; yürürlükte kalmasına kimse engel olamaz; Senatonun da, halkın da üstündedir. Bu özelliğinden dolayı, ne kendi bünyesinde, ne de bir ülkeden bir başka ülkeye değişiklik göstermez. Bütün zamanlarda bütün halkları bağlayan bu sonsuz ve değişmez yasaya itaat etmeyen insan kendini tanımamış, insanlık doğasını yadsımış, dolayısı ile en ağır cezaya çarptırılmayı hak etmiştir.
Buna karşılık toplumsal olan, yani insanların koyup değiştirdikleri kurallar, gerçek anlamda yasa değildir. Pozitif yasa diye adlandırabileceğimiz bu yasalar, zaman ve mekân boyutunda değişiklik göstermekte, bu nedenle de göreli bir nitelik taşırlar.
“Bu yasaların gücü, adalet duygusundan değil, içerdikleri olumsuz yaptırımlardan kaynaklanmaktadır ve her ulus çıkarı ile ilgili şeylere yasa adını vermektedir.” Oysa insanların kötü eylemlerde bulunmalarını cezaların engellemesi, insanlar arasında erdemin, doğruluğun bulunmadığı anlamına gelmektedir. Yasaların fayda ya da çıkar üzerine kurulu olması durumunda adaletin gerçekleşmesi olanaksızlaşır. Demek ki adaleti adaletin kendisi için, hakkaniyeti hakkaniyetin kendisi için sevmek gerekir.
Cicero doğal yasaların kim tarafından belirlenip ortaya konulması noktasında elitist yaklaşımını açıkça ortaya koyarak yasaların bilge azınlık tarafından koyulmasını savunur. Çünkü neyin doğal yasa olduğunu belirleyecek olan bilgelerdir.
Böylece Cicero, yöneticilerin toplumu kendi keyifleri doğrultusunda değil, doğal yasalara uygun olarak yönetmeleri gerektiğini savunur. “Yasalar nasıl yöneticileri yönetirse, yönetici de halkı öyle yönetir ve yöneticinin konuşan bir yasa, yasanın da susan bir yönetici olduğu haklı olarak söylenebilir.”
Roma’nın Evrenselliği ve Eşitlik Sorunu: 
Cicero, doğal hukuk kuramından hareket ederek Stocıların Kosmopolis düşüncesine ulaşır. İnsanlar aynı aklı paylaştıklarına ve doğal yasa bütün insanları images/67/makale_1/iero.jpgkapsadığına göre tek bir devlet olmalıdır. Çünkü Tanrılar insanlara yurt olarak dünyayı vermişlerdir ve her insan bir dünya yurttaşı’dır. Gerçekten insanlar, ayrı ayrı devletlerin değil, doğal yasaların yönetimi altındaki evrensel devletin üyeleridirler. Kosmopolis adını almayı hak eden tek devlet yasaları, göreneklere ve doğal yasalara uyum gösteren Roma Cumhuriyeti’dir.
Devlet Anlayışı ve Yönetim biçimi:
Devleti her şeyden üstün tutan Cicero, “Kişinin kendini kamu hizmetine adaması” şeklindeki eski Roma geleneğini canlandırmak amacıyla politikanın devlet adamlığının en üstün uğraş olduğunu savunur. Yurttaş kişisel çıkar ile kamusal çıkarın bir olduğu bilincine varmalı ve gerektiğinde kendini devlet için feda edebilmelidir.
Kendi deyişi ile insanların bir araya gelişinin temel nedeni, zayıflık olmaktan çok, insan için doğal olan bir çeşit toplumsallık içgüdüsüdür. Çünkü insan türünün üyeleri tek başlarına yalnız bir hayat sürmek için yaratılmamışlardır. Bundan sonraki evrede insanlar bir yığın, bir kitle olmaktan kurtulup halk durumuna gelirler; siyasal toplum aşamasına ulaşırlar: Halk denilince herhangi bir biçimde bir araya toplanmış olan rastgele bir yığın değil, ortak bir yarar ile uyum halinde olan ve hukuksal bağlarla birleşmiş olan büyük insan topluluğunu anlamak gerekir. Respublika ya da Respopuli olarak adlandırılan bu örgütlenmiş halkın ya da devletin, varlığını sürdürebilmesi ve onu gözetecek bir yönetime sahip olması kaçınılmazdır.
Bu devlet tanımının Eski Yunan düşüncesine göre getirdiği önemli yenilik, devletin salt ortak çıkar, ortak amaç ilkelerinin ötesinde hukuk bağları üzerine oturtulmasıdır.
Devletin amacının toplumsal düzeni koruyup yurttaşların mutlu ve iyi bir yaşam sürmesini sağlamak olduğunu belirten Cicero, yine Platon-Aristotales çizgisini izleyerek siyasal rejimleri yönetimde bulunanlara göre sınıflandırmaya gider: 
Yönetimin tek kişinin elinde olması Krallık (Monarşi); seçkin bir azınlığın yönetmesi Aristokrasi; kamusal işlerin halkın elinde bulunması ise halk yönetimi ya da Demokrasi adını alır. Bu yönetim biçimleri arasında Cicero’nun en az beğendiği Demokrasi’dir. Çünkü ona göre yönetimi elinde bulunduran halk, özgürlüğü gerçekleştirmesine rağmen, bilgisizliğinden dolayı bunun sınırlarını bilemeyip adaletli ve disiplinli davranamaz. Dahası bu rejimde, eşitlik adına yukarı olana da aşağı olana da aynı önemin verilmesiyle eşitsizlik yaratılır. Eşitsizliğin, özgürlüğün aşırı boyutlar kazanması ile Demokrasi yozlaşır ve yığınların tiranlığına dönüşür.
Aristokrasi’de bilge bir azınlığın ”Doğru-Orta” ilkesi doğrultusunda ılımlı bir yol izleyerek kamusal işleri yürütmesi bu rejimin olumlu yönünü oluşturur. Üçünün arasında en iyisi olan Monarşi’de ise Kral bir Baba gibi uyruklarını koruyup kollamaktadır. Ancak Demokrasi gibi diğer iki yönetim biçimi de olumsuz özellikler içermektedir. Nasıl ki Demokrasi yığınların tiranlığına dönüşüyorsa, Aristokrasi de Atina’nın yaşamış olduğu Otuzlar Tiranlığı gibi bir Oligarşi’ye, Krallık ise tek kişinin kan dökücü Tiranlığına dönüşebilir. Bu noktada Cicero, Platon gibi siyasetin mutlak özerkliği anlayışını benimseyerek “ Her devletin durumu onu yöneten kişi ya da kişilerin eğilimine ya da istencine bağlıdır.” diyerek, Siyasal değişim-dönüşümlerde belirleyici olanın yönetim kademesi olduğunu ileri sürmektedir.
Karma Anayasa:
Yalın anayasalar, içlerinde kötülüğü barındırdıklarından ve bozulmalara dirençli olmadıklarından, yetkin olarak kabul edilemezler. Demek ki bu üç yönetim biçiminin en iyi yanları belirtildiğinde yetkin bir anayasaya ulaşılır. Böylece Cicero, daha önce Platon ve Aristotales’te biçimi bulunan ve Polibios’un geliştirip sunduğu, karma anayasa düşüncesini benimser: Krallar uyruklarına sevgi beslerler, Seçkinlerde üstün bir bilgelik bulunur, halk ise özgürlüğü içerir. “Devlette üstün ve Kral niteliğinde bir otoritenin bulunmasını, bazı yetkilerin seçkinlerin elinde bulunmasını, bazı işlerin ise halkın yargısına ve istencine bırakılmasını istiyorum.” Bu üç yönetim biçiminin karılması ile oluşturulan Devlet, yani karma anayasa düzeni, sürekliliği sağlayacak ve baştakiler büyük bir hata yapmadıkça, herhangi bir devrime yol açmayacak en iyi anayasadır.
Cicero’nun İdeolojisi: 
Cicero, atlılar sınıfından olması nedeni ile “Yeni Adam”(Homo Nous)u sık sık yinelemekten hoşlanmasına karşın, savunduğu düşünceleri ile Cumhuriyet’in sürdürülmesinde çıkarları olan tek sınıfın, yani Senatörlerin sözcülüğünü yapmıştır. İyi yurttaş kalabalıktan daha değerlidir; ‘İnsanların sayılmasının değil, tartılmasının gerekli olduğuna inanıyorum’ diyerek elitist yaklaşımını açıkça ortaya koyan Cicero, bütün çabalarını Roma Cumhuriyeti’ni övmek üzerine toplamıştır. İdealize ettiği bu siyasal sistemi bir karma anayasa şeklinde belirtmekle birlikte, gerçekte bunun Aristokratik bir nitelik taşıdığını da vurgulamaktan kaçınmamıştır.
Halk Meclislerinin kararları, senatonun onayından geçtikten sonra yürürlüğe girmesi ilkesi Aritokrasi’nin iktidarını sürdürmesini sağlıyordu. Böylece bu karma sistemde otorite, gerçekte, halkın karşısında boyun eğdiği soyluların elinde bulunuyordu. O zaman mademki iktidarın seçkin bir kitlenin elinde bulunması en iyi sistemdir, neden açıkça Aristokratik bir rejime gidilmeyip de halka da siyasal yapıda bir yer verilmiştir? Cicero, böyle bir düzenin devletin sürekliliği bakımından zorunlu olduğu kanısındadır. Cicero, halkın tümü ile siyasal yaşamın dışında bırakıldığı sistemlerin uzun ömürlü olmadığının bilincindedir. Oysa halka siyasal yapı içerisinde belli bir yer verilerek halkın sistem içinde bir tehlike olması önlenir, hatta halkın sistemi kendi sistemiymişçesine benimseyip koruması sağlanır.
Devleti içinde bulunduğu zor durumdan kurtarıp eski günlerine döndürebilecek olan da ancak elit tabaka, daha doğrusu bu elitin içinden çıkacak Tanrısal bir yurttaş olabilir.”[8]     

ESERLERİ
“Cicero’nun söylevlerinden bazı metinlerde eksiklikler olmasına karşın, 58’i elimize geçmiştir, 48 söylevi ise kaybolmuştur. Önemli bazı söylevleri şunlardır:
·           Pro Quinctio, (Quinctius Savunması) M.Ö. 81
·           Pro Roscio Amerino, (Roscius Amerinus Savunması) M.Ö. 80
·           Pro Roscio Comoedo, (Komedi oyuncusu Roscius Savunması) M.Ö. 77 (?)
·           In Caecilium Divinatio, (Caecilius Aleyhine Kehanet) M.Ö.70
·           In Verrem Act. I, Act. II, (Verres Aleyhine)
·           Pro Tullio (Tullius Savunması) M.Ö. 69
·           Pro Fonteio (Fonteius Savunması)
·           Pro Caecina (Caecina Savunması)
·           Pro Lege Manilia (Manilia Yasasını Savunma) M.Ö. 66
·           Pro Cluentio (Cluentius Savunması)
·           Contra Rullum I-III (Rullus’a Karşı) M.Ö. 63
·           Pro C. Rabirio (C. Rabirius Savunması)
·           In Catilinam I-IV (Catilina Aleyhine)
·           Pro Murena (Murena Savunması) M.Ö.63
·           Pro Sulla (Sulla Savunması) M.Ö. 62
·           Pro Archia (Archias Savunması)
·           Pro Flacco (Flaccus Savunması) M.Ö 59
·           Post Reditum ad Quirites (Quiris’e Döndükten Sonra) M.Ö. 57
·           Post Reditum ad Senatum (Senato’ya Döndükten Sonra)
·           De Domo Sua (Kendi Evi Üzerine)
·           Pro Sestio ( Sestius Savunması) M.Ö. 56
·           In Vatinium ( Vatinius’un Aleyhine)
·           Pro Caelio (Caelius Savunması) 
·           De Provinciis Consularibus (Konsillere Ait Eyaletler Üzerine)
·           Pro Balbo ( Balbus Savunması)
·           In Pisonem (Piso Aleyhine) M.Ö. 55
·           Pro Plancio ( Plancius Savunması) M.Ö. 54
·           Pro Rabirio Postuma ( Rabirius Postumus Savunması)
·           Pro Milone ( Milo Savunması) M.Ö. 52
·           Pro rege Deiotaro ( Kral Deiotarus Savunması) M.Ö. 45
·           Orationes Philippicae I-XIV (Antonius’a Karşı Söylevler) M.Ö. 44-43

Bu söylevlerinde uyguladığı oratio (konuşma) tekniklerini ise aşağıdaki kitaplarında topladı. Bunlar Yunan ve Roma rhetorica’sının temel bilgilerini veren seçkin eserlerdir.
·           De Inventione (Buluş Üzerine) M.Ö. 84
·           De Oratore (İdeal Orator Üzerine)
·           De Optimo Genere Oratorum ( En İyi Konuşma Biçemi Üzerine) M.Ö. 52
·           Partitiones Oratoriae (Konuşmanın Bölümleri)

Caesar döneminde siyasal alanda yaşadığı hayal kırıklıkları, Kilikya’ya gitmek için Roma’dan ayrılışı ve belki de en önemlisi sevgili kızı Tullia’yı M.Ö.45 yılında kaybetmenin sarsıntısı, Cicero’nun, kendisini bütün varlığıyla felsefeye vermesine neden oldu. Özellikle son olaydan sonra, acısını felsefe eserleri yazarak unutmaya çalıştı ve bu alanda en iyi eserlerini, M.Ö. 45-44 yılları arasındaki kısa dönemde verdi. Felsefe eserleri şunlardır:
·           De Re Publica (Devlet Üzerine)
·           De Legibus (Yasalar Üzerine)
·           Academica I, II, De Finibus Bonorum Et Malorum (İyiliğin ve Kötülüğün Son Noktaları Üzerine)
·           Tusculanae Disputationes (Tusculum Tartışmaları)
·           De Natura Deorum (Tanrıların Özüne İlişkin)
·           De Divinatione (Kehanet Üzerine)
·           Timaeus, De Fato (Yazgı Üzerine)
·           Cato Maior de Senectute (Cato Maior – Yaşlılık Üzerine)
·           Laelius de Amicitia (Laelius – Dostluk Üzerine)
·           De Officiis (Görevler Üzerine)
·           Paradoksa Stoicorum (Stoik Paradokslar)
·           Consolatio (Teselli) (Kızının ölümü üzerine yazmıştır.)
·           Confessiones (Hortensius) (St. Augustinus üzerinde büyük bir etki yapmış olan bu eser kaybolmuştur.)
·           Timaeus (Platon’dan çevirdiği bu eser eksik olarak günümüze ulaşmıştır.)

Bu çalışma konularının dışında, çağının Roma’sının canlı bir tablosunu sunduğu ve Roma edebiyatındaki mektup türüne olduğu kadar, Roma tarihine ilişkin önemli belgeler olan mektupları da elimize geçmiştir. Bunlar aşağıda sıralanmıştır:
·           Epistulae Ad Familiares (Yakınlarına Mektuplar)
·           Epistulae Ad Atticum (Atticus’a Mektuplar)
·           Epistulae Ad Quintum Fratrem (Kardeşim Quintus’a Mektuplar)
·           Epistulae Ad Brutum (Brutus’a Mektuplar)

Cicero’nun bugüne ancak birkaç dize halinde kalan birkaç şiir denemesi de vardır. Bu şiirler dilde yetkinlik, vezinleri kullanmadaki ustalık gibi teknikler açısından mükemmel olsalar bile şiiri şiir yapan hayal gücünden yoksun olduklarından, Cicero düz yazı alanında kazandığı başarıyı burada gösterememiştir. Bu şiirlerin adları şöyledir:
·           Glaucus Pontius ve Halkyon (Mitolojik konuludur.)
·           Aratea Carmina ( Aratus’un Phainomena’sının Latince çevirisidir.)
·           De Consulatu Meo (Konsüllük Dönemim Üzerine)
·           De Temporibus Meis (Kendi Dönemim Üzerine)
·           Limon (Çayır)[9]

CİCERO’DAN SÖZLER
  • Bir yerde yaşam varsa orada umut da vardır.
  • İçinde kitap olmayan bir oda ruhsuz bir beden gibidir.
  • Savaşta yasalar susar.
  • Mutlak hak mutlak haksızlıktır.
  • Şeref ve doğruluk adaletin temelidir.
  • Doğruluk ve sorumluluk sahibi kimse lider olmaya layıktır.
  • Her şeyin başlangıcı küçüktür.
  • Herkes hata işleyebilir, yalnız ahmaklar hatalarında ısrar eder.
  • Tarlasını süren kimse, fenalık yapmayı düşünmez.
  • Yarınlar yorgun ve bezgin kimselere değil, rahatını terk edebilen gayretli insanlara aittir.
  • İyi bir dost ikinci bir "ben"dir.
  • Kötü bir barış her zaman haklı bir savaştan iyidir.
  • Hayat yokuşunu tırmanırken rastladığınız insanlara iyi davranın; inişte yine onlara rastlayacaksınız çünkü.
  • Sahip olduğundan fazlasını istemeyen insan zengindir.
  • İnsan kendisini kaybetmeden kendisini bulamaz.
  • Memleketler parasızlıktan değil, ahlaksızlıktan çökerler.
  • Özgürlük için hepimiz hukukun kölesiyiz.
  • Savaşta yasalar susar.
  • Hastalar için hayat oldukça, umut da vardır.
·         En iyi öğüdü ancak kendine verebilirsin.
SONSÖZ
Cicero, Roma’da yaşamın örgütlenme biçiminin ve Cumhuriyet yasalarının büyük bir savunucusuydu. Sözü geçerli, dar görüşlü bazı senato üyelerinden engin görüşlü olan Cicero, dönemin yöneticilerine (Sezar dâhil) oranla, kendi çıkarlarından ötesini düşünen biri olmuştur.
Hiç kuşkusuz Cicero’yu bu kadar büyük ve ünlü kılan özelliği onun inanılmaz hatipliğiydi. Cicero,  felsefeyi, söylev sanatını ve devlet adamlığı idesini hiçbir zaman birbirinden ayrı tutmamıştır. Bu ayrılmaz üçlü içinde, kendisini felsefeci-orator (söylev ustası) ve bir felsefeci-devlet adamı olarak tanımlamıştır.
“Dostluk” adlı eserinde; eski Yunanlıların, “Bir insanın bilge olmadan, iyi olamayacağına inandıklarını” belirtir. Oysa ona göre, Yunanlıların anladığı anlamda bilgeliğe erişilememiştir. Kendisi daha pratik bir zihinle hareket ederek iyi insan tanımını; Roma tarihinden alınan, eski Roma erdemlerini bünyesinde taşıyan, somut ve herkesin görüp tanıdığı örneklere dayanarak yapmıştır. Övgüye değer bir yaşam biçimi sürdüren, her türlü hırs ve tutkudan arınmış, ruhlarında doğruluk, dürüstlük, cömertlik unsurları taşıyan kişiler iyi kişilerdir ve bu kişilere Roma vatandaşları arasında rastlamak olasıdır.
Ahlakla ilgili yapıtlarında Stoacılar, Sokrates, Platon ve Aristo’nun görüşlerinden yararlanmıştır. Eserlerinde özgünlük iddiasında bulunmadı. Amacı Roma’ya bir tür felsefe ansiklopedisi kazandırmaktı. Malzemesini Stoacı, Akademiacı, Epikürosçu ve gezimci filozoflardan toplamıştı. Kullandığı felsefi terimler, eski Yunancanın bir çevirisidir. Fakat bu terimler tam bir Roma karakteri taşırlar. Felsefi yazılarının amacı, Roma vatandaşlarını zihinsel ve ahlaksal açıdan eğitmek ve her şeyden öte siyasal etkinlik için felsefede var olan bitmez tükenmez kaynağı kullanmaktır. Bu işlevi yerine getirirken Roma’ya dolayısıyla Avrupa’ya felsefe dilini kazandırmıştır.
Cicero’nun eserleri Batı dünyası için, Ortaçağın ortalarına kadar devam eden büyük bir öneme sahiptir. Birçok kuşaklar felsefeyi onun eserlerinden öğrenmiştir. Yunanca metinlerin elde bulunmadığı ya da anlaşılmadığı dönemlerde tüm Batı dünyası felsefeyi öğrenmek için Cicero’nun eserlerine yönelmiştir. Siyasal düşünceleri XIX yy. liberalizmini, konuşmaları ve denemeleri de Batı yazarlarının üsluplarını büyük ölçüde etkilemiştir.

Yazarlar:
     Yılmaz Gürbüz
     Nilüfer İlgürel
     Ayşenur Azeri
     Hasan Basri Canca
     Taşkın Hoşver




KAYNAKLAR
http://dergi.yeniyuksektepe.org.tr
Cicero, M. Tullius: Şair Archias Savunması, Çev.: Bedia Demiriş, Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1997.
Cicero, Dostluk Üzerine, Çev.: Çiğdem Dürüşken, Afa Yayınları, İstanbul, 1994.
Köker, Levent; Ağaoğulları, Mehmet Ali: İmparatorluktan Tanrı Devletine, İmge Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, 1998.
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt:5, Milliyet Gazetecilik A.Ş. İstanbul, s.2367.  
MsXLabs.org & Temel Britannica & Vikipedi.
Felsefe.gen.tr. Düşünce Platformu.

[1] Cicero, M. Tullius: Şair Archias Savunması, Çev.: Bedia Demiriş, Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1997. s.:13, 14, 15, 16.
[2] Cicero, Dostluk Üzerine, Çev.: Çiğdem Dürüşken, Afa Yayınları, İstanbul, 1994. s.:7,8,9.
[3] Köker, Levent; Ağaoğulları, Mehmet Aliİmparatorluktan Tanrı Devletineİmge Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 48-66
[4] MsXLabs.org & Temel Britannica & Vikipedi.
[5] Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt:5, Milliyet Gazetecilik A.Ş. İstanbul, s.2367.   
[6] MsXLabs.org & Temel Britannica & Vikipedi.
[7] Felsefe.gen.tr. Düşünce Platformu.
[8] Köker, Levent; Ağaoğulları, Mehmet Aliİmparatorluktan Tanrı Devletineİmge Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 48-66
[9] Cicero, M. Tullius: Şair Archias Savunması, Çev.: Bedia Demiriş, Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1997. s.16,17,18,19

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder