31 Ekim 2010 Pazar

Tiahuanaco Harabelerinde Dünya Dışı Varlıkların Bıraktığı İzler

          Tiahuanaco harabelerinin esrarı, tanınmış Alman arkeologu Schilemann tarafından da incelenmiştir. Bilindiği gibi Schliemann, Truva harabelerinin yeryüzüne çıkarması ile ün yapmıştır.




Schliemann, Tiahuanaco’da bazı petroglifleri okumaya muvaffak olmuştur. Onun tarafından tercüme dilen bir dikilitaş yazıtında aynen şunlar kazılıydı: 

“Zira kudretli ide-BlaCuin Rgyal, Kral Dri-Cum’u tahtından alarak göğe, yanına çekti. Onun yerine Ti-Şe geçti.” 

Tercümeden başka bir bölüm daha: 

“Sene 6 Kaan-II Muluk günü, Zayk ayında indik. 9 Şuene kadar kalacağız. Buraya ŞUKARA dendi. (Şukara Tiahuanaco’nun eski adıdır.Şimdiki yerliler hâlâ bu eski ismi bilirler.) Yerli halka bilim öğrettik, kültür yaydık. Yeraltında bir kent kurduk. Buna ÜST KUEŞA kenti adını verdik. 1. ŞUKARA Kralı H-Yus’dur.” 

Burada sözü edilen yer altı kentinin giriş kapısını, tanınmış Fransız tabiatçısı Alcide d’Orvigny bulmuştu. 

Schliemann’ın Şukara olarak tercüme ettiği kadim Tiahuanaco’dan tarihçi Gonzoles de la Rosa da bahseder. Rosa uzun yıllar Peru’da araştırmalarda bulunmuştur. Dikilitaşladaki petroglifleri tercüme etmiş, fakat maalesef anahtarı mezara götürmüştür. 1625’de yazdığı eserini 1627’de Cizvit papazı Oliva’ya vermişti. 

Rosa’nın eseri 1909 yılına kadar Vatikan’da saklı kalmıştı. Buradan bazı bölümleri aktarıyorum: 

“Eski kentte iki ırk vardı. Hükmedenler ve yerliler. (İşçiler) Şehir tamamı ile yeraltında kurulmuştu. Yeryüzünde yalnız işçilerin çalıştığı atölyeler ve evler vardı. İşçiler yer altı şehrinin havasına alışamıyorlardı. Çoğu bu yüzden ölmüşlerdi. İşçiler ölülerini yatar durumda gömerlerdi. Hükmedenler ise yakarlardı. Yakındaki adalarda (Titicaca gölünde) beyaz tenli sakallı bir ırk yaşardı. Göl kenarında muhteşem bir saray vardı. Tiahuanaco’da ilk medeniyeti Uros’lar kurmuşlardı.” 

Şukara hakkında ilgi çeken bir diğer konu da, bu bölgede bulunan piramitlerin yapı bakımından Mısır Piramitlerine benzemesidir!.. Kahire’nin 30 km. uzağındaki SAKKARAH piramidi, tıpkı Şukara piramidinin eşidir. (Sakkarah ve Şukara arasındaki isim benzerliğine dikkat!) 

Harabelerde dağınık bir halde bulunan taş bloklardan biri üzerindeki petroglifler “Orejona” efsanesini hikaye eder. Bu taş bloka, stilize edilmiş özel elbiseler taşıyan astronot resimleri, uzay gemisi şekilleri işlenmiştir. Blokun üzerindeki petrogliflerin tercümesini gene Rosa’ya borçluyuz. 

“İnsanlığın ilkel çağlarında, Titicaca gölündeki Güneş adasına güneş gibi parlayan altın bir kuş indi. Bu kuşun karnından bir kadın çıktı. Bu kadın öbür kadınlara çok benziyordu. Yalnız başı konik biçimde, kulakları uzun (Buda heykelinde görüldüğü gibi), elleri dört parmaklı ve parmakları ince bir zarla bağlıydı. Adı OREJONA idi. OİGH’den geliyordu. (Oigh bir planet mi?) Oigh’de yaşam şartları, hemen hemen burayla aynı idi.(1) 

Orejona çok bilgiliydi. Görevi, indiği yeni dünyada yeni bir ulus yaratmaktı. Yerli erkeklerden birçokları ile birleşti. Doğurduğu çocuklar analarına çektiler. Çok akıllı bir ırk meydana geldi. Bir zaman sonra Orejona’nın görevi sona erdi. Gene altın kuşuna bindi, göklere uçtu, geldiği yere gitti.” 

Tanınmış Rus bilgini Alexander Kazantsev, bu bölgede yaptığı araştırmalarda şöyle diyordu: 

“Orejona (Venüslü Havva) ve daha sonra Venüs gezegeninden gelenler, yüksek And dağları platosunda ileri bir medeniyet kurmuşlardı. Prehistorik çağlarda çevrede geniş sömürge alanlarını kısa zamanda uzaklara yaymışlardı. Büyük şehirler, atölyeler, fabrikalar kurdular. Gemileri ile yeryüzünde kıtalar arası ticari ilişkileri yürütüyor, uzay taşıtları sayesinde gezegenlerarası gidiş gelişleri sağlıyorlardı.



Popol-Vuh’un yazdıkları: 

Popol-Vuh, Mayalar2ın İncil’i sayılır. Latinceye tercümesi 1544’de Adiran Recinos ve Villacosta tarafından yapıldı.

Kitap; Yaratılış, Tanrıların savaşı ve göçler-yerleşmeler bölümlerinden ibarettir. Tekvin kısmı, İncil’deki Tekvin’e çok benzer. 

İşte Popol-Vuh’dan ilginç bir pasaj: 

“Zaman çeşitli bölümlere ayrılmıştır. Birinci zaman, Kaplan Güneşi zamanıdır. Bundan sonra büyük Rüzgarın Güneşi, daha sonra Ateşli Gök Güneşi zamanları geçmiştir. Bir de şimdiki zaman vardır. Şimdiki zaman dünyanın sonuna kadar devam edecektir. Ve işte, üçüncü zaman insanları, tanrılar tarafından ölüme mahkuma edildiler. Ve büyük bir ateş, zehir, taş yağmuru göklerden yağdı. Ateşten daha sıcak rüzgarlar insanlığı mahvetti.(2) İnsanların önce tırnakları döküldü, derileri soyuldu, gözleri kör oldu, etleri çürüyüp dağıldı. Bu felaketten korunmak için insanlar mısır yığınları gibi evlerde üst üste yığılıp saklandılar. Fakat öldüren rüzgar her yere erişti. Hepsini eritti. Mağaralara saklanmak isteyenler, mağaraları erimiş buldular. Ağaçlara bulunan avcılardan bile pek çoğu zehirlendi, çoğunun vücutlarında büyük yaralar açıldı.” 

Bilginler tarafından yapılan incelemeler, Maya-Quichi’lerinin kutsal kitabı Popol-Vuh’un Tevrat’tan, Hintlilerin Vedda’larından ve İranlıların Zend-Avesta’sından çok daha eski olduğunu ortaya çıkarmıştır. İşin asıl şaşırtıcı tarafı, Popol-Vuh’un yazdıklarının Hint asıllı kutsal yazılarla (Ramayana ve Drona Parva) desteklenmesidir!.. 

Bu Hint yazılarında şüpheye yer bırakmayacak şekilde bir nükleer savaşın hikayesi anlatılmaktadır. Onlardan alınmış şu pasajı inceleyelim: 

“Güneşten 10.000 defa daha kuvvetli olan korkunç ateş, şehirleri mahvetti. Bu ateş insanların saçlarını ve tırnaklarını döktü. Duvarlarda yalnız gölgeleri kaldı.(2) Kuşların tüyleri beyazlaştı. Bu ateşten kurtulmak için, askerler kendilerini nehirlere attılar. Sağ kalanlar yaşayabilmek için eşyalarını nehirde yıkadılar. Bunlar birdenbire değiştiler maymunlaşıp ormanlara çekildiler. 

Üçüncü zaman insanlarından, maymunlardan başka yaratık kalmadı. Derler ki, maymunlar insanlardan türediler, o yüzden insanlara çok benzerler.” 

Hint kutsal kitaplarından biri diğeri olan Mosola Purva’da da bu konu ile ilgili yazılar buluyoruz: 

“Bu bilinmeyen bir silahtır; Demirden bir şimşek… Ölümün büyük habercisi… VRİŞNİ ve ANDAKA ırklarını bir anda mahvetti. Yanan cesetler tanınmaz hale gelmişlerdi. Birkaç saat içinde yiyecek maddeleri çürüdü, zehirlendi. Ve işte KUKRA, uçan bir VİMANA’dan üçlü şehir üzerine uzayın kuvvetini içinde taşıyan ölüm taşını attı. On bin güneşe bedel, dumanla karışık bir ateş gök yüzüne yükseldi.(3) Vimana gökteydi. Fakat aşağıda, üçlü şehirden iz kalmamıştı.” 

Bu çok eski yazıları inceledikten sonra oturup düşünelim. Asya ve Amerika… Birbirinden 20.000 km. uzakta iki ayrı kıta… 

İkisinin de kutsal yazılarında aynı şeyler yazılı!.. İster istemez, çok eski çağlarda dünyanın iki ucunda patlak veren bir nükleer savaşı düşünmeye zorlanıyoruz!.. 

Bugün artık, çok eski devirlerde Asya ve Amerika kıtalarında nükleer silahların kullanılmış olduğu birçok bilim adamı tarafından kabul etmektedir.(4)




Kuzeyden gelen Tanrılar: 

Teotihuakan Güneş Piramidi’nde şöyle bir duvar yazısına rastlıyoruz. 

“Quetzalcoatl (Tolteklerin beyaz tanrısı) insanların en yakın dostuydu. Uygarlığı, ateşin sırrını, madenin işlenmesini hep ona borçluyuz.” 

Toltek ve Aztekler, Quetzaltcoatl adındaki tanrıyı parlak gezegenden (yani Venüs’ten) gelmiş olarak bilirlerdi. 

Başka bir yazıtta, aynı ilah için şunlar yazılıdır: 

“Sonraları o, Tulla şehrinin boğucu zehrinden kaçarak eski şehir Tlapallan’a yerleşti. Arkadaşları ile birlikte, geldiği yere dönmek üzere kuş kıllığında batı denizine doğru uzaklaştı. Çok sevdiği halkından ayrılıp, gitti.” 

Burada “Tulla şehrindeki boğucu zehir” deyimi dikkati çekmektedir. Belki de “tanrı” diye vasıflandırılan kimseler aslında birer uzay adamıdır ve aralarında nükleer silahlarla savaşmış oldukları için şehirlerin havası zehirlenmiş (tehlikeli derecede radyoaktivite ihtiva etmiş) olabilir. Eldeki diğer deliller, bu teoriyi destekler mahiyettedir. 

İnka’ların tanrısı Virakoşa da halkından ayrılıp gitmiştir. Efsanelere göre, Yukatan’ların tanrısı Kukulkan 19 arkadaşı ile birlikte gelmiş tam 10 yıl Yukatan’da yaşamış, halkına uygarlık ve iyiliğe götüren yasalar bıraktıktan sonra güneşe doğru uçup gitmişti. 

Genel bir kaide olarak bütün Güney Amerika’da eski medeniyetleri kuran tanrılar göklerden geliyorlar, belirli bir süre kaldıktan sonra gene uçarak geldiklere yerlere gidiyorlar. Tanrıların ortak bir özelliği “beyaz” olmaları ve çok şey bilmeleridir!.. 


Atlantlı’ların izinde: 

Tolteklerden kalma bir belge, doğuda “Aztlan” diyarından batı topraklarına göç eden 8 kabileden söz eder. 

Eski Meksika yazıtlarında Aztlan, dağlık, büyük bir ada olarak geçer. Ada yüksek bir duvarla çevrilidir. Çevresinde geniş bir kanal vardır. Toltekler ve Olmekler, Aztlan adasını atalarının yurdu olarak kabul ederler. 

Venezuela ve Dairen yardımadası yerlileri hemen hemen kesinlikle beyaz ırka mensupturlar. Saçları kumral, gözleri mavidir. Bunlar, eski Atlantik ırkının tipik temsilcileri olarak gösterilebilir. 

Beyaz ırka ait bir diğer kabile, Venezuela ormanlarında yaşamaktadır ve günümüze kadar özelliklerini kaybetmemiştir. Bunlar, oturdukları yere “ATLAN” adı Verne, bakir ormanların halkı Praiya’lardır. 

Bu efsanenin ana teması gene, doğuda vaktiyle Pariya’ların atalarının yaşamakta olduğu gök kadar büyük bir adadır. Tabii bir felaket yüzünden ada halkı şimdiki Venezuela kıyılarına yerleşmişlerdir. 

Toltek, Zapotek, Olmek, Maya ve Aztekler’den kalma taş anıtlarda, Venezuela’da görülenlerle benzer hiyerogliflere rastlanmaktadır. Bu ideogramlardan bazıları Aztek ve Maya uygarlıklarından kalıntılarında görülen hiyeroglifleri andırırlar!.. 

Bilginler, Venezuela’da bulunanlarla Mısır hiyeroglifleri arasında belirli ortak yönler bulmuşlardır. 


Tarihöncesi devirlerdeki “Kara Elbiseli Misyonerler”: 

Çin’den Kolombiya’ya ve eski Peru’ya, Orta Amerika cangıllarından Burma’ya, doğudan batıya birçok gelenekte, çok uzak bir ülkeden gelen kara elbiseli garip adamlardan söz edilir. Bunlar aniden ortaya çıkarak büyük bir felaketin geleceğini önceden haber vermeye çalışmışlardı. 

Bu insanlar hakkına söylenebilecek tek şey, “Kara Elbiseli Adamların” M.Ö. 11.000 yılından önce Amerika ve Güney Asya’da aniden ortaya çıktıkları gibi, aniden kaybolmaları idi. Yukarda belirtilen tarihte Atlantis ve emperyal kolonisi Hy-Brasil’in bütün şehirleri ile birlikte sulara gömüldüğü sanılıyor. 

Eski Brezilya’daki Atlantis İmparatorluğuna, eski İrlandalı göçmenler “Hy-Brasil” diyorlardı. 

Efsanevi öncü Quetzalcoatl, muhtemelen Atlantis-Brezilya’sından gelerek vahşi Orta Amerika’ya medeniyet getirmişti. 

Eski Mexico konusunda yerli geleneklerini toplayan Fransisken misyoneri Juan Torquemada, “Ouetzalcoatl, beyaz tenli, sarışın ve sakallıydı” demektedir. Torquemada, “Monarquia Indiana” adlı kitabında; 

“Quetzalcoatl, uzun boylu sarışın bir adamdı ve üzerinde küçük kırmızı gamalı haçlar ihtiva eden siyah bir cüppe giyerdi.” diye yazmaktaydı. 

Mexico’nun İspanyol tarihçisi Clavigero, Quetzalcoatl’ı Tolteklerin başkenti Tula’nın baş rahibi olarak nitelendirir. 

Torquemada kitabının, “De la Poblaçon de Tulla y su Senorio” başlıklı bölümünde “Toltekler, Quetzalcoatl liderliğinde karaya ayak basarak, iç taraflarına doğru ilerlediler ve Tullan şehrini kurdular.” diye yazmaktadır. 

Toltekler, ülkenin yerlileri ile evlenerek Quetzalcoatl komutanlığında Orta Amerika’nın diğer bölgelerini de kolonize etmişlerdi. 

Quetzalcoatl ve diğer Atlantisliler ya Hy-Brasil’den ya da Atlantik Okyanusun’daki Atlantis anavatanından gelmişlerdi. “Kara Elbiseli Adamlar”, Atlantis’li veya “Hy-Brasil”li idiler. 

Eski Meksika tradisyonunda, Mexico ve Orta Amerika’ya ilk yerleşenlerin beyaz tenli insanlar olduğu anlatılır. 

Guatemala yerlileri, İspanyol fatihleri zamanında onlara şu gelenekleri aktarmışlardı: 

“Çok açık beyaz tenli Kral Quetzalcoatl, istilacı esmer renkli bir ırka teslim olmayı reddetmişti. Esir olarak yaşayamayacağını söyleyerek, beyaz halkı ile birlikte gemilere binerek, doğan güneşin yönündeki uzak bir ülkeye doğru hareket etti. Oraya vardıktan sonra o ve halkı oraya yerleşerek büyük bir ırk haline geldiler. 


Beyaz halkın bir kısmı, eski Orta Amerika’daki büyük savaş sırasında ormanlara kaçtı ve bir daha kendilerinden hiçbir haber alınamadı. Geri kalanlar esmer tenli insanlara esir düşerek köleleştirildiler.” 

Aztek, “Codex Vaticanus”, Quetzalcoatl’ı Hz.İsa gibi bir bakirenin oğlu olarak tanımlar. 

Orta Amerika Quiché yerlilerinin İncil’i syılan Popol-Vuh’da “Votan” ve Votanlar’dan bahseder. Eski Brezilya kabileleri İskandinav tanrısı Odin’e(5) yaparlardı. Bu kült uzay güneyden eski Panama’ya kadar bir hayli yaygındı. 

Güney Amerika’daki, Kolomb öncesi mevcut beyaz ırkın yok edilmesi, ilk “İnka Güneş İmparatorluğu” kurulmadan önce gerçekleşmişti. Bu beyaz imparatorluğun torunlarının bugün hâlâ yaşıyor olması mümkündür. Bunların Brezilya’nın keşfedilmemiş bölgelerinde, And dağları bölgesinde Amazon nehri civarında yaşadıkları sanılmaktadır. 

Bugün Titikaka gölü civarında yaşayan modern yerli kabileleri olan “Colloan” veya “Aymara” yerlilerinin ataları -Cieza de Leon’un 1535’de tuttuğu kayıtlara baıkılırsa- göl üzerindeki adada yaşayan çok eski, sakallı ve beyaz tenli bir ırkı, İspanyollar gelmeden çok önce yok etmişti. 

1926 veya 1927 yıllarında Hamburg’dan yola çıkan bir Alman doktor, Brezilya’nın bilinmeyen bir bölgesinde beyaz yerlilerle karşılaşmıştı. Alman doktorun anlattıklarına göre, yerliler eski Grek tipindeydiler. Bunlar kollarında ve boyunlarında altın takılar taşıyorlardı. 

Unutulmamalıdır ki, ünlü beyaz “Amazon” kadın savaşçılar da bu bölgeden çıkmıştı. 

Brezilya’nın vahşi ormanlarında ve Amazon nehri civarında, kuruluş tarihleri M.Ö.50.000-60.000 yıl öncesine kadar uzanan pre-historik şehirler bulunmaktadır. Buralarda sakallı, beyaz tenli ve mavi gözlü yerlilere rastlanmaktadır. Bu yerliler Sanskritçe’ye benzer bir lisan kullanmakta ve kuzeyli tanrı Odin’e tapmaktaydılar. 

Atlantis’in Güney Amerikan kolonilerden birisi muhtemelen bugünkü Brezilya idi. İlginçtir ki, “Brazil” adı eski İrlandalı Kelt’ler(6) tarafından biliniyordu. 

Efsanelere bakılırsa, Quetzalcoatl’ın, Eski Mexico ve Orta Amerika’nın Hz. İsa’ya benzer bir şahsiyeti olduğu anlaşılmaktadır. Aztekler, İspanyol fatihlere Quetzalcoatl’ın Aziz Thomas olabileceğini söylemişlerdi. İlginçtir ki Aziz Thomas, Quetzalcoatl’dan tam 9000 yıl sonra dünyaya gelmişti. 

Quetzalcoatl, Mexico körfezindeki Panuco’ya ayak bastığı sıralar, bir diğer beyaz tenli, sakallı bilge adam, bugünkü Kolombiya’nın olduğu yere gelmişti. Yerliler ona “Bochicha” veya “Zuhe” diyorlardı. O, Chingasa’nın doğusundaki bir ülkeden gelerek aniden ortaya çıkmıştı. 

Efsanelere göre, Bochicha’nın ortaya çıktığı zamanlarda “Ay”(7) dünyamızın uydusu değildi!.. 

İddialara göre, Bochicha tam 2000 yıl yaşamıştı. Şurası da unutulmamalıdır ki, 2000 yıl hesaplanırken 1=365 gün değildi. 

Başka bir Peru geleneğinde, İnka’ların “Virakoşa” veya “Ayar Manko Kapak” dedikleri beyaz tenli sakallı bir adamın Titikaka gölündeki adanın üzerinde birdenbire ortaya çıktığı anlatılır. 

Hy-Brasil denilen Atlantis kolonisini, göklerden gelen ateş (Venüs gezegenin yörüngesini değiştirmesi sonucunda) ve depremler yok etmişti. 

Matto Grosso çevresindeki keşfedilmemiş ölü şehirler, bu pre-historik medeniyetten arka kalan harabelerdir. 

Richard Oglesby Mars adlı bir Amerikan bilim adamına göre, eski Atlantis kökenli Brezilya medeniyeti, Maya’ların ve İnka’ların kültürlerinin temelini teşkil etmiştir. 



Güney Amerika devleri: 

Dominiken misyoner Pedro de los Rios, “Nueva Espana” adlı kitabında (1566) belirttiği bir Aztek geleneğinde, büyük felaketten ve tufandan önce, Anahuac ülkesinde –Eski Mexico- devlerin yaşadığından bahseder. 

Bu devler, kara elbiseli misyonerlerin doğudaki vatanlarına, yani Atlantis’e veya Hy-Brasil’e dönmelerinden sonra ortaya çıkmışlardı. 

Eski Meksikalı’lar doğudaki göklerde görünen parlak ışıklı gezegenin Ay değil, Venüs olduğunu söylerler. Acaba bugün dünyanın uydusu olan Ay, 12.000 yıl önce mi dünyanın çekim alanına girmişti? Hiç şüphesiz Ay’ın dünyanın uydusu olma aşamasında, dünya üzerinde bir felaket yaşanmıştı. 

Eski Peru geleneğinde devlerin denizden gelerek Inca Ayatarco Cuso bölgesine girdikleri anlatılır. 

Quicha-Peru’lu yerlilerin İspanyol askeri rahibi Don Cieza de Leon’a 1545 yılında anlattıklarına göre, denizden gelen devler o kadar uzun boylu idiler ki, diz çöktükleri zaman bile en uzun boylu insandan daha uzundular. 

Ülkenin içlerine doğru ilerleyen devlerin bazıları çırılçıplak, bazılarının ise üzerinde ilkel hayvan postundan giysiler vardı. Ülkeyi yağmalayan devler su bulamayınca, dev kayaları kullanarak derin kuyular inşa etmişlerdi. 

Bugün (1545’de) devlerin yaptıkları kuyular hâlâ kullanılır durumdadır. 

Devlet zayıf yerli direnişini ezerek bütün Peru’yu ellerine geçirmişler ve yerli kadınları da kendilerine eş olarak almışlardı. Fakat bu kadınların birçoğu devlere dayanamayıp ölmüşlerdi. 

Cieaza de Leon, 1560 yılında Cuzco2da çok büyük insan kemikleri ihtiva eden bir mezar bulunduğundan söz eder. Buna benzer kemikler Mexico City’de de bulunmuştur. 

İspanyol misyoneri ve tarihçi Padre Acosta, 160 yılında Manta, Peru’da dev iskeletler bulunduğundan bahseder. 1928 yılında Ekvator’da bir mağarada dev insan kemikleri bulunmuştu. Mağarada bulunan eski insanların uzunluğu 2,44 m’yi aşıyordu. 

Buna benzer dev insan iskeletleri modern Mexico’nun Pasifik kıyılarında da bulunmuştur. 

Peru’nun efsanevi devleri ülkedeki megalitik yapıların ustalarıydı. Tiahuanaco’nun esrarengiz insanlarının bu devler olduğu sanılmaktadır. 

Eski Avrupa’nın da devleri vardı. Homer’in Lestrygon’ları devlerdi. Bu devlerin eski Norveç’te yerleştikleri sanılmaktadır. Norveç’teki bazı mağaralarda devasa boyutlarda kol ve bacak kemikleri bulunmuştur. 

Eupolemus’un da doğruladığı gibi, eski Babilli rahipler, eski Babili büyük tufandan kaçan devlerin kurduğunu söylüyorlardı. 

“Tanrının çocukları” denilen bu devler, ünlü Babil kulesini inşa eden büyük astrologlardı ve Babilli rahipler bütün gizli bilgileri onlardan almışlardı. 

Bazı iddialara göre, tufandan önce ve sonra ortaya çıkan bu devler, Atlantis’teki aşağı bir kastın liderleri idiler. Bunlar, Titanlar’ın tanrılara, İblis’in Tanrı’ya isyan etmesi gibi, Atlantis’teki egemen kasta karşı isyan etmişlerdi. 

Eski İrlanda’nın Fomorian’larına, eski Britanya’nın dev tanrılarına ait efsaneler, bu halkın hatıralarını taşırlar. 

(1) Orejona efsanesinin kazılı bulunduğu monolit blok üzerinde bir uzay gemisi resmi ve bir de planet şekli belirtilmiştir. Uzay gemisi ile gezegen paralel çizgilerle birbirine bağlanmış haldedir. 

Halen Peru’da yaşayan kabilelerden biri “OREJONA” adını taşır. Bu kbilenin insanları, tarif edilen Orejona gibi uzun kulaklıdır! 

(2) Burada nükleer bir savaş mı anlatılıyor? 

(3) Hiroşima ve Nagazakiye atılan atom bombalarından sonra çekilen fotoğraflarda, yüksek ısı dolayısıyla buharlaşan insanlardan geriye, duvarlarda insan gölgeleri kaldığı görülüyordu!.. 

(4) Atom bombası parçalanması aynen tarif ediliyor. 

(5) Odin (ya da, “vahşi” veya “öfkeyle kabaran” anlamında Woden): Kuzey mitolojisinde Bor ve Bestla’nın oğlu. Tanrıların en yaşlısı, en büyüğü ve yöneticisi. Ölümlülerin babası, savaş tanrısı. 

(6) Kuzey batı Arjantin’de bir yerli kabilesi tamamen Gal’ce veya İrlanda lisanına benzer bir lisan konuşmaktaydı. Bu kabilenin modern İrlanda veya İskoçya ile hiçbir ilgileri yoktu, çünkü ataları İspanyol fatihlerden yüzlerce yıl önce oralara yerleşmişlerdi. 1910 yılında İrlandalı bir gezgin Arjantin Pampa’da bu yerlilerle karşılamış ve “Indios Patanios” denilen bu yerlilerle İrlanda lisanı ile konuşmuştu!.. Daha da ilginci, bu kabile üyelerinden bazıları İrlandalı Kelt’ler gibi mavi gözlü ve kızıl saçlıdır. 

(7) Bu bize Hörbiger’in teorisini hatırlatıyor. 

kaynak:
                   http://www.dewforum.info

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder